Yahudiler ve Vefa (21.07. 2017) Tevhidin peygamberi Hz. İbrahim, bütün hanif (muvahhid) dinlerin “Ulu”sudur. Kitabî dinlerin temsilcilerinin “ata”sıdır. Hanif milletler, onun seçtiği istikametten yollarına devam etmişlerdir. Özgür Sare, başlangıçta neslin devamı için evlat veremeyince kölesi Hacer’i, canânı Hz. İbrahim’le evlendirdi. Nihayetinde Yaratan’a “kurban olma” karşılığında Hz. İsmail, hayat buldu. Sare’nin fedakârlığı, Hakk katında, Hz. İshak’ın dünyaya gelmesiyle müjdelendi. İshak’ın soyu, İsrailoğullarının zürriyetinin devamıyla sürerken, “İki Kurban”ın (Hz. İsmail ve Hz. Peygamber’in (s) babası Abdullah) neslinden gelen Son Elçi (s) de İsmail’in soyundan gelen Hatemü’l-Enbiya’dır. Hz. İshak’ın nesli, Yakup (a.s.), Yusuf (a.s.), Bünyamin (a.s.), Musa (a.s.), Harun (a.s.) ve İsa (a.s.) gibi nebilerle şereflendirildi. Aslında Rahman, kutsal elçisi olarak İsrailoğullarına büyük bir onur verdi. Her ne kadar onlar, Hakk yolunun “şehitleri” Yahya (a.s.) ve Uzeyr’i (a.s.) katletseler de, Hâlık, onları yeryüzünden silmedi, nesillerini bitirmedi. İsrailloğulları, Firavun gibi zâlimlerle, afâkî ve arâzî afetlerle imtihan olundu. Hz. Musa’nın tevhid yolundan sapmalar gösterdiler ve dünyevilikler karşısında inançlarının ilkelerini çiğnediler. Onlardan bir kısmı, Hz. Peygamber’in (s) hicretiyle birlikte Medîne/Şehir olan Yesrip’te yaşıyordu. Yahudilerin Haklarını Koruyan Belge: Medine Vesikası Yahudilerin haklarının da korunmasını içeren Medine Vesikası (Antlaşması/Anayasası), adaletin herkes için geçerliliğini ilan eden tarihî bir belge olarak, Hz. Peygamber (s) tarafından ilan/imza edildi. Ancak başlangıçta bu nebevî sözleşmeyi kabul eden Medine Yahudileri, geçici çıkar ve menfaatleri için kendilerini (ve haklarını) koruyan bu hukukî metne aykırı davrandılar ve musevî şeriatina göre haklarında hükmedildi. Onların haklarına o kadar riayet ediliyordu ki, Hz. Peygamber, vefat ettiğinde, aldığı borca karşılık olarak -kendi tebaası olan- bir Yahudiye rehin olarak kendi savaş zırhını vermişti. İsteseydi, onun bütün varlığına el koyabilirdi; ancak Kutlu Peygamber (s), hak ve adalet sınırlarının dışına asla çıkmazdı. Ortaçağ’ın Yurtsuz Yahudilerine Sahip Çıkan Hükümdar Yahudiler için zorluklar ve sürgünler, Ortaçağ’da da varlık gösterir. Endülüs’te güven içinde yaşayan Yahudiler, Müslümanların buradaki toprakları kaybetmesi, öldürülmesi ve sürgün edilmesiyle birlikte huzurları bozuldu ve oradan çıkarıldılar (1492). Hiçbir ülkenin kabul etmediği Yahudiler, sığınma talebinde bulundular ve onlara yine sahip çıkan Müslüman hükümdar, Osmanlı Sultanı II. Bayezid oldu. Aksi takdirde, İspanya’da yok edileceklerdi veya yurtsuz bir şekilde büyük çilelere duçar olacaklardı. Sefared Yahudileri, bu “merhametli kabul”le birlikte Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinin olduğu coğrafyada, beş yüzyıldan fazla barış ve huzur içinde güvenli bir şekilde inançlarını yaşadılar ve ticaret yaptılar. Kudüs “Pazar”lığı Son iki asır içerisinde, Yahudileri, Batı’nın ve Hristiyan dünyanın katliamından kurtaranlar, yine Müslümanlar olmuştur. Rusya ve Avrupa’dan kovulan Yahudilere, bu kez, II. Abdülhamit ülkesinin kapılarını açarak merhamet gösterdi. Ama onlar, rahat durmadılar; Filistin, Kudüs ve çevresini “pazarlık” konusu yaptılar. Kendilerini kovan ve yok eden Batı ülkelerini, devreye sokarak Osmanlı Devleti’ni sıkıştırmaya çalıştılar. Oradaki toprakları, gafil Araplar/Filistinliler ve ahlakî zaaf içesindeki Osmanlı bürokratlarının aymazlığı yüzünden satın aldılar. Sultan II. Abdülhamit, kimsesizler ve yaşlılar için kurduğu Darülaceze’de cami ve kilisenin yanında, Yahudiler için havra da inşa ettirmiştir. Dolayısıyla Osmanlı Sultanı, kendi tebaası olan Yahudileri, ülkesine kabul etmiş, her dâim himaye etmiş, onlara hiçbir zararın gelmemesi için her türlü tedbiri aldırmıştır. II. Abdülhamit’in Yaptırdığı Avrupa’nın En Büyük Sinagogu Yine aynı II. Abdülhamit’in fermanıyla, 1905 yangında yok olan sinagoglar yerine, Avrupa’nın en büyük ve dünyanın üçüncü büyük Yahudi mabedi Kal Kadoş ha Gadol (Kutsal Büyük Havra) Sinagogu inşa edilmiştir. Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, II. Abdülhamit’in yaptırdığı ve Avrupa’nın en büyük sinagogu için yaptıkları bununla sınırlı kalmamıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 5 milyon 700 bin lira harcanarak restorasyonu beş yıl süren bu mabet, Yahudi cemaatine teslim edilmiştir. Tüm yaptıklarına karşılık II. Abdülhamit, ulusal ve uluslararası platformlarda sürekli haksız ve karşılığı olmayan eleştiri ve ithamlara maruz kalmıştır. Bu saldırı ve baskılar, Batılı ülkelerle birlikte Yahudi kuruluş ve onlara yakın müesseseler tarafından da yapılmıştır. Hatta tahtan indirilmesinde, Yahudi ve Siyonistlerin önde gelen temsilcilerinden Theodor Herzl ve Emanuel Karasu’nun büyük etkileri olduğu ifade edilmektedir. Mescid-i Aksa’nın Ezanlarını Susturanlar Ancak bugün Theodor Herzl’in fikir babalığını yaptığı ve 1948 yılında kurulan İsrail Devleti, Yahudileri, inançlarını ve mabetlerini/sinagoglarını koruyan ve inşa eden Müslümanların Birinci Mescidi, Mescid-i Aksa’nın ezanlarını kapatmakta/susturmakta ve ibadetlerini yerine getirmek isteyenleri engellemekte ve öldürmektedir. Aynı İsrail Devleti, daha öncesinde, Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde, Filistinlilere ulaştırılmak amacıyla Gazze’ye insanî yardım ve malzeme götüren Mavi Marmara Gemisi’ni, uluslararası sularda savaş gemi ve helikopteriyle saldırarak silahsız ve savunmasız on kişiyi katletmiş/şehit etmiş, elliden fazla kişiyi yaralamıştır. Türklerle Birlikte Selanik’ten Ayrılan Yahudiler Kurtuluş Savaşı’nda Selanik’ten ayrılmak zorunda bırakılan Müslüman Türkler, yalnız değildir. Onlara, tarih boyunca himaye ettikleri Selanik Yahudileri de eşlik etmektedir. Selanik Yahudileri, Yunan devleti ve Batılı ülkelerin güvenlik şemsiyesine itimat etmeyerek, Türklerle birlikte Anadolu’ya gelip Ankara Palas ve çevresine yerleşirler. Onlara, iş bulmaları ve hayatlarını sürdürmeleri için imkânlar tanınır. İkinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı ve onun devamı Türkiye Cumhuriyeti, yine Yahudi sığınmacılara kapılarını açtı ve Nazi Almanya’sından kaçan Musevî bilim adamları da bu çerçevede, İstanbul Üniversitesi’nde istihdam edilerek öğretim üyesi olarak çalışmalarına imkân verildi. Yahudilere Verilen İhsanlar Hâsılı, Türkiye’de 500 yıldan daha fazladır, Yahudilerin inançlarına müdahale edilmiyor, ibadetlerini özgürce yerine getirebiliyorlar. Ekonomik ve ticarî faaliyetlerine hiçbir kısıtlama getirilmiyor. Böyle “güvenli bir liman”da bulunmanın doğal sonucu olarak onlar da, ticarî olarak zenginleştiler, Türkiye’nin en önemli sanayici ve ticaret insanı oldular. Can, mal ve namusları Osmanlı ve onun mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti koruması altındadır. Hiçbir dönemde Yahudilere bir zarar gelmemiştir. Mallarına, evlatlarına ve can/namuslarına bir ziyan verilmemiştir. Tarih boyunca tüm zamanlarda Müslümanlar, Yahudilere sahip çıkmış, himaye etmiş, katliam ve soykırımlara uğradıklarında onlara kucak açmış, ülkelerine kabul etmiş, sığınmalarına izin vermiştir. Musevilerin Yap(a)madıkları / Vefasızlıkları Bunun karşılığında Yahudilerin, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sine ulusal ve ulusalarası ne katkısı oldu? Osmanlının dış borçları ve ekonomik krizlerinde hiçbir desteği oldu mu? Osmanlı döneminde Duyun-u Umumiye’de (Dış Borçlarda) destek olmadılar. Cumhuriyet Dönemindeki yaşanan ekonomik sıkıntı ve krizlerde hiç katkıları oldu mu? Uluslararası krizlerde Avrupa ve Amerikada’ki Yahudiler ve lobileri (ticaret, finans, siyaset ve medya), neden Türkiye’nin yanında olmadılar? Musevî çevrelerinin kontrolündeki kredi derecelendirme kuruluşları, Türkiye’nin hak etmediği, bilakis göstergelerin iyi olduğu dönem ve süreçlerde, ekonomik notlarını düşüren Yahudi kuruluşlar değil mi? Gazete ve televizyonları elinde olmalarına rağmen Türkiye lehine hangi yayınları yaptılar? Niçin ABD ve Avrupa’da sahipleri çoğunlukla Yahudi olan gazete ve televizyonlarda Türkiye ve Osmanlı yöneticileriyle ile ilgili olumsuz yorum ve eleştiriler her dönem devam etmiştir? Yahudilere ait kurum/kuruluşlar (siyaset ve stratejik düşünce kuruluşları dahil) ve çalışanları, Türkiye’de kaos, karmaşa, kargaşa, iç savaş, darbe, ekonomik çöküş gibi olumsuzlukların olması için kötü ve imkânsız “kara senaryo”ları, adeta temenni eder konumdalar… Avrupa ve dünyanın çeşitli bölgelerinde ataları öldürülen, katledilen, soykırıma uğratılan Yahudilere sahip çıkan Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetine vefaları neden olmaz? Mescidi Aksa’da yaptıkları, Müslümanları ve Türkiye’de yaşayanların içini acıtmakta ve öfkelerini çekmektedir. Yüzlerce yıl huzur içinde barış coğrafyası olan kadîm kutsal toprakları işgal eden Yahudiler, ele geçirdikleri Kudüs ve çevresini barış içinde yaşatan Müslümanlara ve Osmanlılara/Türklere hiç vefaları yok mu? |
250 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |