Kusur Aramak -Ölüyü Diriltmek- Eksik ve noksan arama hastalığı, toplumda yaygınlık kazanan marazî olumsuzluklardandır. Başkası hakkında menfi düşünmek, yapılan hayırlı işlerin karşılığından mahrum kalma gibi bir durumla sonuçlanabilir. Yapılması gereken ise, fertler olarak kusurlar ve yetersizlikler üzerinden insanları değersizleştirmekten şiddetle kaçınmaktır. Kusurları ortaya atılan insanın gönül yarası, kin ve intikam halini alabilir. Nihayetinde birbirini çekiştirip arkasından konuşanlar, “ölü kardeşinin etini yemek” gibi menfur bir davranışın sahipleri olurlar. “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz O halde Allah'tan korkun Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir çok esirgeyicidir.” (Hucurat, 12) Kul ve Allah’ın hakkından çekinenler, Tevvâb’ın (Tevbeleri Çok Çok Kabul Eden) mağfiret şemsiyesi altında iç huzurunu doyasıya tadarlar. Allah ki, Müslümandan, Müslüman kardeşinin kanını, ırzını ve kötü zanda bulunmasını haram kılar. “Allah Teâlâ Müslümandan kanını ve ırzını ve kendisine kötü zanda bulunulmasını haram kılmıştır.” (Müslim, Birr, 32; Ahmed b. Hanbel, III/491) Diliyle Müslüman olup da, kalbiyle imanın lezzetinden yoksun olanlar, müminleri üzmemeli, ayıplamamalı ve onların noksanlarını araştırmamalıdır. Eksikleri ve ayıpları araştırmayı kendisine vazife edinenleri, Allah iki cihanda pişman ve perişan ederek utandırır. Müslüman kardeşinin ayıbını ortaya çıkaranı, Mevlâ da, o kimseyi evi gibi herkese açık olmayan yerde bile olsa rezil eder, insanların yüzüne bakamaz hale getirir. “Ey diliyle Müslüman olup kalbiyle işlememiş olanlar gürûhu! Müslümanları üzmeyin onları ayıplamayın ve onların kusurlarını araştırmayın Şu bir gerçektir ki; her kim müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa Allah da onun ayıbını meydana çıkarır ve Allah her kimin ayıbını meydana koyarsa evinin içinde bile olsa onu kepaze eder.” (Tirmizi) Başkalarının ayıp, eksik, kusur, hata ve günahlarını araştırmayan, görmezlikten gelen ve örtenleri, Hakk Teâlâ, insanlığın ebedî hayatının başlayacağı günde, noksanlıklarını ve yanlışlarını kapatır, örter. “Kim bir Müslümanın ayıbını dilerse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter.” (Ebû Dâvud, Edeb, 39) Müslüman kardeşinin eksiklerini, ayıplarını ve günahlarını örten kimse, Settar’ın (Ayıpları Örten) indinde “bir ölüyü diriltmiş” gibi büyük bir hayrı gerçekleştirmiş olur. “Her kim bir Müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, Allah-u Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim Müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyini ortaya çıkarır ve dile verirse; Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Tirmizî, Birr ve Sıla, 85) “Kim bir ayıp görür de örterse sanki kabrine diri gömülmüş bir yavruya can vermiş gibi olur.” (Ebû Dâvud, Edeb, 38) Hakk’ın örttüğü bir kusur ve günahı, kulların ve onu işleyenin ilan ve teşhir etmesi Allah’ın inayetine nankörlük anlamına gelir. Büyük günahları işleyenleri bile, Hakk’ın Habibi (s), örtmeye, görmemeye ve olmamış gibi kapatmaya çalışmıştır. Onun nebevî uygulamaları, biz takipçileri için en iyi yol olsa gerektir. “Bir adam bir gece fenalığı yapıp da Cenab-ı Hak onu örtmüş iken: ‘Ey filanca ben dün gece şöyle böyle yaptım demesi suçunu ilan ve teşhirdir Hâlbuki o geceyi Allah'ın örtüsüne mazhar olarak geçirmişti Allah'ın örttüğü bu suçu sabahleyin teşhir etmiş açıklamış bulunuyor.” (Riyazü's -Salihin) Şems-i Tebrizî’den aktarılan şu hikâye, tövbe ile ayıpları örtme arasındaki ilişkiyi ne güzel anlatır: Kur’an’da, “Ey iman edenler. Allah’a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin,” (Tahrim, buyurulmuştur. Bazıları bu Nasuh sözünün yorumlanmasında nefse dönmeyen şey demişlerdir. Bu hoş bir deyimdir. Bazıları da Nasuh, yüzü kadın yüzüne benzeyen bir adammış, ama tam bir erkekmiş, erkekten hiç bir eksik tarafı yokmuş derler. Kadınlar hamamında tellâklık edermiş. Tam otuz yıl bu işte çalışmış. Bir gün Sultanın kızı hamama gelmiş, kulağındaki büyük yakut küpe kaybolmuş. Farkına varınca bunun hamamda kaldığını anlamışlar, çavuşlara emir verilmiş hemen gidin hamamda hiç bir delik deşik kalmamak şartı ile araştırın! denilmiş. Çavuşlar hamamın kubbesini ve içini, her tarafını sarmışlar. Her işin tam vakti gelmedikçe Sana dostun dostluğu fayda vermez. Nasuh halvete girer korkudan titremeye başlar. Şimdi araştırma sırası bana gelecek diye sızlanıyor, arka arkaya secdeye kapanıyor, Allah’a söz veriyor eğer bu defa kendimi kurtarırsam bundan sonra bütün ömrüm boyunca böyle bir iş yapmam, Allah’ım bundan sonra bir daha kadın tellaklığı etmeyeceğim, senin Allahlığına sığınarak söz veriyorum. Eğer şu yükü benim sırtımdan kaldırırsan, bundan böyle Nasuh kulun bir daha bu günahı işlemez, diyor. Nasuh, bu yalvarış halinde iken içeriden bir ses geldi. Herkesi aradık yalnız Nasuh kaldı onu da arayın. Aklı başından gitmişti. Sırrını Allah’a ısmarladı. Tam bu sırada bir ses daha geldi, küpe bulundu dediler. Arayanlar bir Lahavle çekti. Nasuh’un hakkında kötü düşüncelere saptık dediler. Bari gelsin eliyle Sultanın kızını okşasın kız da onun kendisini okşamasını istiyor. Nasuh’u çağırdılar. Nasuh şu cevabı verdi: Benim elim bu gün işlemiyor, yolda sancılandı. Hâsılı, başkalarının günah, ayıp, kusur, eksiklik, noksanlık ve yetersizliklerini aramaya çalışmak, araştırmak yerine kendi ayıp ve kusurlarını giderip onlar için tövbe etmek, müjdeler müjdesine nâil olmakla sonuçlanır. “Kendi ayıbı, insanların ayıbını görmekten alıkoyan kimseye müjdeler olsun.” (Aclûnî, Keşfu'l-Hafa, II, 46) |
265 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |