Anne – Babayla İlgilenmemek/ Onlarla Bağı Koparmak/Onlara Hizmet ve Hürmet Etmemek -“Onlara Öf Bile Deme!”- İlişkilerin koparmanın en tehlikeli ve vebali olanı ise, anne ve babayla olanıdır. Onları incitmek ve gönülleri kırmak gibi eylemler, meleklerin bile beddualarını (!) çekmeye sebep olur. Evlatlarımızın bize nasıl davranmasını istiyorsak, anne ve babamıza da öyle davranmamız gerekmektedir. Doğmadan önce aylarca ağrılar, sıkıntılar ve ıstıraplar çeken anneler, dünyaya geldikten sonra da aylarca yıllarca bizleri insan olmanın hallerinden/imkânlarından yararlanabilelim diye nice geceleri uykusuz, nice gündüzleri telaşlı ve kaygılı geçirmişlerdir. Babalar ise, “ben yaşayamadım o yaşasın, ben okuyamadım o okusun, ben giyemedim o giysin, ben yiyemedim o yesin” ukdeleri içinde, varlıklarını çocuklarına ve aileleri için feda etmenin cömertliğini sunmuşlardır. Güzel sözlerin ve sevgi dolu dokunuşların, onları hayata bağlayan en büyük “dünya” olduğunu unutmadan, ayetin ifadesiyle “öf” gibi yakıcı sözlerden kendimizi ve aile bireylerini korumak esastır. Allah’a ortak koşmanın dışında anne babaya itaat etmek gerekir. “Biz, insana, ana babasına iyilik etmesini emrettik. Şayet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.” (Ankebut, “Biz insana, anne babasına (en güzel bir biçimde davranmasını) emrettik. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. O halde Bana ve annene babana şükret! Dönüş Banadır.” (Lokman, 14) Çocukların anne babalarından görerek öğrenmesi en etkili öğrenme biçimidir. Çocuklarımızla, anne babamız arasında, yani onların dedeleri arasına yüksek aşılmaz bariyerler koymayalım, engelleyecek tüm setleri kaldıralım. Bunları yapalım ki, çocuklar, büyük anne ve büyük baba gibi “görünen üniversitelerden” mezun olabilsinler; insanlığı ve İslâmlığı, vicdanı, merhameti, saygıyı, hürmeti, muhabbeti, aşkı, hayâ ve edebi görebilsinler, yaşayabilsinler… Aksi takdirde dedeler ve anneanne/babaannelerin, huzur evleri sakinleri olması, torunların da kreş ve çocuk yuvalarında “zindan” hayatı gibi yaşam nefeslerinden mahrum kalması sonucu ortaya çıkacaktır. Yılların tecrübe ve birikiminden, yeni nesiller yoksun kalacak, büyükler/atalar ise, yalnızlığın yürek burkan, gönül kıran acısını yudumlayacaklar. Bir diğer tehlike ise, jenerasyon/nesil uyuşmazlığı sorunudur. Egemen kültürlerin yönlendirmesiyle şekillenen yeni nesillerin zihin ve kalpleri, kadim geleneğimizin yüce değerlerinden nasiplenemeyecek, habersiz kalacaklardır. Bunu büyük şair Necip Fazıl’ın sözleri ne güzel ifade eder: …… Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem, Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları, Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları. Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim! Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş! Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş... Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım! Mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım! ….. Medeniyet denen değer ve kültürler manzumesinin ortay çıkışı, sadece kitap, sanat ve mimariyle gerçekleşmez. Medeniyet değerlerinin nesiller arasında geçişi, her şeyden önce insan vasıtasıyla mümkündür. Bu intikali yapacak en önemli unsur, bizatihi ferttir, cemiyettir. Dolayısıyla değerler ve kültürlerin aktarımı, yine aileyle başlayan bir süreç içerisinde hayat bulacaktır. Anne-baba, çocuklar, kardeşler, hala, teyze, amca, dayı, onların çocukları, çocuklarının çocukları, intikalin kilometre taşları ve yol işaretleridir. Aslında tüm söylenenleri zâid kılan ilahî kelâmında Yüce Mevlâ’mız, bu hususta bizi ikaz etmektedir: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, annenize ve babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf! bile deme! Onları azarlama! İkisine de güzel söz söyle! Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de Sen onlara (öyle) rahmet et (diyerek dua et!)” (İsra, 23-24) Anne ve babaya hürmet edip onlara iyilikte bulunmak, Allah yolunda cihat etmekten daha faziletli bir amel olarak kabul edilmektedir. Zira “hiçbir çocuk babasının hakkını ödeyemez! Ancak onu köle olarak bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa babalık hakkını ödemiş olur.” (Buhari, Edebü’l-Müfred, 10; Müslim, 1510/25) Anne babasıyla ilişkisini kesenle Allah da ilişkisini keser. Nihayetinde hayattayken onların hayır duasını almayanlar, iki cihanda da kaybedenler olacaklardır. Zira onlara isyan etmek, büyük günahlardandır. “Kuşkusuz ki, Allah size annelere asi olmayı, verilecek borcun men edilip verilmemesini, verilmeyen şeyin alınmasını ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi haram kıldı! Ve yine Allah sizin için dedikoduyu, çok soru sormayı ve malı zayi etmeyi kerih gördü!” (Buhari, 13/5979) “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) üç kere şöyle buyurdu: “Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?” Biz de: −Evet, ya Rasulallah! dedik. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dayanmakta iken oturdu ve şöyle buyurdu: −“Allah’a şirk koşmak, ana babaya asi olmak! Dikkat bir de yalan yere şahitlik yapmaktır!” Ravi dedi ki: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sözü o kadar tekrar etti ki biz keşke sussaydı diye arzu ettik.” (Buhari 13/2442, Müslim 143/87) Hakk Teâlâ, kendisine kullukla birlikte, ortak koşulmamasını bildiren ayetlerinde; anne baba, akraba, yetim, yoksul, komşu, yakın arkadaş, yolcu ve sahip olunan köle ve cariyeleri birlikte ifade ediyor ki, bu hususların hepsi de, Âlemlerin Rabb’i katında önemi büyüktür. Nitekim bundan dolayı beraber zikredilmişlerdir. Allah Teâlâ, ismi sayılanlara karşı iyi muamelede bulunmamızı bize emrediyor. İyi ve güzel karşılıkta bulunmamak, şeytanî bir özellik olan kibir ve gurur içinde böbürlenme ile beraber zikredilmektedir. “Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın! Anneye, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya ve ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın! Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez!” (Nisa, 36) Sohbetlerin en güzeli, gerçekten anne ve babamızla yaptıklarımızdır. Onların bu hasbihallerden büyük bir lezzet aldıklarını, yüzlerindeki sevinç ve tebessüm varlığı ispatlar/gösterir. Bizlere ise onlarla beraber olup, varlıklarının mutluluğunu doya doya tatmak kalır. “Bir adam Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek: −Ben Allah’tan ecir isteyerek hicret ve cihad etmek üzere sana biat ediyorum, dedi. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: −“Annen ve babandan sağ olanı var mıdır?” Adam: −Her ikisi de sağdır, dedi. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: −“Böyle iken sen Allah’tan ecir mi istiyorsun?” Adam: −Evet deyince Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: −“Öyle ise Annenin ve babanın yanına dön ve onlara güzel sohbet et!” (Müslim 2549/6) Uzun aralar verilmiş yüz yüze görüşme ve sohbetler, evlatlarda bir burukluk bıraktığı gibi, anne ve babalarda daha büyük gönül sızılarına sebep olur. Kalp kırılmalarının daha da ötesi, onlarla muhatap ol(a)mamak, konuş(a)mamak ve sohbet et(de)memektir. Kendilerinin varlığından habersiz, “hiç” yerine konmaları, onları derinden yaralamaktadır. Ebeveynler evdeki biblolara gösterilen titizlik kadar bile kendilerine değer ve kıymet verilmediği hissine kapılarak derin üzüntülere bürünebilirler. Onlar hakkında konuşmak ve onlarla birlikte “yaşlanmak”, kısacası onları anlamak, ancak yürekten anlamak gerekir. Bu bizim için çok büyük fedakârlık değil, bilakis yapmamız gereken en önemli vazifelerden biridir. |
286 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |