Alınan Borcu Kasten Ödememek -“Kıyamete Hırsız Olarak Gelmek”- Çağımızın önemli toplumsal hastalıkları arasında aldığı borcu kasten ödememe gibi erdemsiz davranışlar da bulunmaktadır. Zorlukta aldığı borcu belirli bir süre sonra ödeme güvencesi vermesine rağmen sözünde durmayan kişiler, insanlar arasında itimat duygusunu yok etmektedir. Toplumda yardımlaşma ve dayanışma duygusunu yerle bir eden bu sıkıntılı durum, bir arada yaşama olgusunu da tehlikeye düşürmektedir. İnsanların en yakınlarına bile olan güvenlerinin sarsıntıya uğraması toplumsal hayatı da olumsuz etkilemektedir. İmkânı olduğu halde kasten borcunu vermeyip geciktiren kimse, zulmetmiş olur. Hz. Peygamber’in (s) ifadesiyle “ödememek niyetiyle borçlanan, Kıyamete hırsız olarak gelir.” (İ. Mace) Allah zalim zengini sevmez. Borcu olan, o kadar dikkatli olmalıdır ki, borcunu ödemeden kesinlikle sadaka vermemelidir. Hz. Peygamber borç ve alacak arasında dengesini ‘güzel’ ve ‘kötü’ üzerinde değerlendirir: “İnsanlar arasında kimileri vardır ki, borcunu ödemesi de, alacağını istemesi de güzeldir. Yine bu İnsanlar arasında bir kısmı da vardır ki, borç istemesi güzeldir, borcunu ödemesi kötüdür. Yine bu İnsanlar arasında bir kısmı da vardır ki, borç istemesi kötüdür, borcunu ödemesi güzeldir. Yine bu insanlar arasında bir kısmı da vardır ki, borç istemesi de, borcunu ödemesi de kötüdür. Gözünüzü açın, dikkatli olun dikkat edin, bunların hepsi birer ibrettir. Onların en iyileri, borç İstemesi de, borcu ödemesi de güzel olanıdır. Onların en kötüleri, istemesi de vermesi de kötü olandır“ (Tirmizi, H. No: 2191) İslâm kültüründe, yalan söylemeyen ve emanete ihanet etmeyen tüccar övülmektedir. Vadinden dönmeyen, borcunu geciktirmeyen ve alacaklısını sıkıştırmayan ticaret adamı örnek alınacak bir iş adamıdır. “En hoş kazanç o tüccarındır ki, konuştuğunda yalan söylemez, emniyeti hulfetmez, vadinden dönmez, borcunu geciktirmez, alacaklısını sıkıştırmaz, satarken mallarını aşırı medh etmez ve alırken de kötülemez.” (Ramuz el Hadis, hadis c.2, s.114, h.10) Alacağı olan kimse, borçluya karşı incitici, kırıcı, tahkir edici olmamalıdır. Borcun ödenmesi, hem de zamanında ödenmesi, Hz. Peygamber’in (s) çok titiz olduğu bir gerçektir: “Ödünç alınan, borç alınan, borca alınan her şeyin bedeli, mutlaka alacaklısı tarafından geri alınacaktır. Borç mutlak suretle ödenecektir, borç ödenmek zorundadır, Borçlanmaya kefil olan da aynen borçlu olan gibidir. Kefili olduğu borç sahibi borcunu ödemez, ödeyemezse kefil o borcu ödemek zorundadır. ” (Tirmizi, H. No: 1265) İnsanların muhtaç durumlarda borçlanmaları elbette bir zorunluluktur. Ancak borçlu kimse, iyi niyetli bir kimse değilse, Allah’ın buyruklarına aykırı bir şekilde ödünç aldıklarını geri önemedikçe rıza-i Bârî’nin desteğinden yoksun kalacaktır. Ödeme niyetiyle aldığı borcun ödemesinin sıkıntısı ve tedirginliğini yaşayanlara ise, el-Vehhab’ı yanında bulacaktır. O ki, karşılıksız bağışı çok olan, nimetlerini sınırsız bir şekilde bahşeden, bütün mümin veya kâfir demeden tüm yaratılmışlara inayetinden mahrum bırakmayan en büyük İhsan Sahibi’dir. Yine O, herkesin kendisine muhtaç olduğu, sonsuz zengin, mâlik olduklarıyla kâmil olan ihtiyacı olmayan Yüce Kudret’tir. Kötü niyetlerle hareket edip şer amellerin peşinde koşan kimse, hayırlı ve güzel insanlardan aldığı borçla, emanete ihanetin en kötü örneklerini verir. Ödünç aldıklarını aldatarak onların çok “saf” olduğu gibi düşünecek kadar “zavallı, ahmak” duruma düştüğünün farkında değildir. Aldığı para, mal ve mülk “niyeti bozuk” insana, fayda getirmeyecek telef olacaktır. İşleri dağılacak kendisi ve ailesini perişanlıklar girdabına sokacaktır. “Borçlu, Allah'ın Rızâsına aykırı bir yola girmedikçe, borcunu ödeyinceye kadar Allah onunla beraberdir. Her kim, bedelini vadesinde ödemek kastıyla borçlanırsa, Allah ona, o borcunu ödemesinde, yardım eder. Her kimde halkın mallarını, telef etmek, geri ödememek niyetiyle veya ödeyeceği borcunu başka vadelere sallayıp, alacaklısına güçlük ve zorluk çıkaracak şekilde alır, borçlanırsa, Allah onu kimseyi ve mallarını telef eder, onu zelil eder, işlerini perişan eder, dağıtır. Her kim, ödememek niyetiyle borçlanırsa, Allah'ın huzuruna hırsız olarak çıkacaktır.” (İbn Mace, Hadis No: 2410, 2409, 2411) Alınan borcun ödenmesinin ehemmiyeti o kadar büyüktür ki, vasiyet yerine getirilmeden önce onun ödenmesi gerekir. Gönül kazanmanın yollarından birisi de, alacaklıya güzel bir şekilde onu üzmeden ve kırmadan borcu ödemektir. “Müslümanların en hayırlısı, borcunu en iyi şekilde ve en güzel şekilde ödeyenlerdir, alacaklısının gönlünü kazananlardır “ (Tabarani, hadis no. 717) Hac gibi önemli bir ibadeti yapmayı isteyen kimseye gelen sahabîye karşı Hz. Peygamber’in, öncelikle borcun ödenmesi konusundaki emir, ödünç alınanların iadesinin vebal ve sorumluluğunu bize hatırlatması bakımından dikkat çekicidir. “Bir adam gelip, Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Selleme, hac etmem gerekiyor, lakin borcum da var ne yapmalıyım, diye sordu, Allah Resulü cevaben, “önce borcunu öde” dedi. (Metealibul Aliye, hadis no. 1372) Borcu ödemenin Allah yolunda yapılan cihatta şehit olsa bile, üzerindeki mesuliyetin kalkmayacağını, bizzat İslâm Peygamberi’nin (s) hikmetli sözlerinde görmek mümkündür. Birkaç defa şehit olması mümkün olsa bile, eğer borçlu ise ebedî âlemde yine sorumluluktan kurtulamayacaktır. “Bir adam, Allah yolunda cihad ederken öldürülse, sonra dirilse yine öldürülse, sonra dirilse yine öldürülse, borcunu ödemedikçe, cennete giremez,” (Metealibul Aliye, hadis no. 1383) Allah Rasulü’nün (s) sözlerinde, borçlu ve borcun ödenmemesi hususu geniş bir yer tutar. Elbette bunun çeşitli hikmetleri vardır. Bunlardan başında toplumsal ilişkilerin zarar görmemesi, insan münasebetlerinin gönül kırgınlıklarına sebep olmamasıdır. Nitekim Efendimiz’in sözlerinde bunların fark edilir bir şekilde ikazlarla ifade edildiği görülmektedir. Borç üzüntüsü, üzüntüler içerisinde en büyük üzüntülerden biridir. “Borç üzüntüsünden daha büyük üzüntü, göz ağrısından daha büyük ağrı yoktur.” (Tabarani, hadis no. 585) İhtiyaçları sonsuz ve bitmek bilmeyen bir iştahla sürekli artan günümüz insanı, lükse ve konfora alışmanın şehvetiyle zorunlu olmayanları bile kendisi için zarurî hale getirecek kadar müsrif bir hayat felsefesine sahiptir. Gereksiz yere ihtiyaç duyulmayan eşya ve mamullerin peşinde koşturup, onları elde edememenin tükenmişliği içerisindeki modern insan, bunları karşılamak için çağın en cezbedici enstrümanları olan taksitli satış, kredi kartıyla alış-veriş tuzakları altında doymayan iştahını tatmin etmeye çalışmaktadır. Bunun sonucunda aldığı borç ödeyememe konusundaki sıkışıklığının baskısı altında kaygılı geceler, zilletle geçen gündüzlerin insanı olmaktadır. Her ne sebeple olursa olsun, borç sarmalındaki iyi niyetli Müslüman, bir taraftan aldıklarını ödeme yollarını ararken, diğer taraftan sabır deryasına girip Sonsuz Bahşeden’in inayetine sığınmalıdır. Borç sıkıntısı içinde olup da ödeyememenin acılarını hisseden Müslüman, iyi niyetinin mükâfatı olarak doğruluk, dürüstlük ve hayırlı işlerin faili olarak, Rabb’in bereket ummanından sınırsız bir şekilde nasiplenecektir. Bu nasiplenmenin içinde; kötü hallerin, hataların, günahların örtülerek Mahşer gününün “utangaçlığı”nından kurtuluş da bulunmaktadır. “İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.” (Muhammed, 2) Nihayetinde hoşgörülü olmak, Müslüman olmanın temel özelliğidir. Nebevî olan bu özellik, gönül insanlarının da vasıflarındandır. Geniş gönüllüğünün mükâfatını, Efendimiz şu şekilde müjdelemektedir: “Muhakkak ki Allah zül Celal, ister satıcı, ister alıcı olsun, ister borçlu, ister alacaklı olsun, hoşgörülü davranan Müslüman kişiyi cennete koyacaktır.” (Metealibul Aliye, hadis no. 1266) “Sahabeden Osman Bin Affan (ra) anlatıyor, Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ‘alırken, Satarken, borcunu öderken veya alacağını isterken, yumuşak davranan, güzel davranan kişiyi, Allah zül Celal cennetine koysun’ diye dua ederdi” (Camiussağir Hadis no. 181) Allah Rasulu Sallalahu Aleyhi ve Selem yanındaki Sahabilere: “Müflis, iflas etmiş kimse kimdir bilir misiniz, diye sordu. Sahabeler, kendisini sıkıntıdan kurtaracak ve borçlarını ödeyecek eşyası, dinarı, dirhemi ve malı kalmayan kimsedir diye cevap verdiler. Allah Resulü, gerçek müflis, yani İflas eden, mahşer gününe, kıldığı namazlarla, tuttuğu oruçlarla, verdiği zekât ve sadakalarla, yaptığı farz ve nafile ibadetlerle gelip de, dünya hayatında iken başkalarına haksızlık etmiş olan, başkalarının malını gasbetmiş, ona buna sövmüş olanın, ona buna zina iftirası yapmış olanın, haksız yere kan dökmüş veya dövmüş olanın ibadetleri, bunlara taksim edilip verilecektir. Hala bu zulmettiği ve kendisinden alacaklı ve kimselerin haklarını karşılamayıp tükendiğinde, bu defa, zulmettiği ve kendisinden alacaklı olan kimselerin günahları, o kimsenin üzerine yüklenecektir. Sonrada kalan cezasını çekmek üzere cehenneme atılacaktır. Müflis, yani iflas etmiş kimse budur” dedi. (Müslim Muhtasarı, hadis no. 2328) Gücü yettiği ve imkanı olduğu halde borcunu ödememek veya onu geciktirmek zulümdür. Yani alacaklı kimsenin alacağını almasına engel olmak adaletli bir tavır değildir. Kefillik de aynı şekilde, borçlu olan kimseye her türlü desteği tam olarak verme anlamına geleceği için, büyük sorumluluğu bulunmaktadır. Zira borçlu borcunu ödemediği zaman kefil olan kimse onun yüklenmiş; gelebilecek tüm ceza ve yaptırımları da kabul etmiş demektir. Sıklıkla karşılaşılan gönül kırılmaları arasında bu kefillik ve kefalet meselesi de bulunmaktadır. Kefilliğini kabul etmediğinizde, teklif edenin “bana güvenmiyor musun?” tepkisiyle karşılaşmaktasınız. İşin diğer boyutu ise, kefilliğini kabul ettiğiniz kişinin borcunu öde(ye)memesi sonucunda tüm borcu ödemekle karşı karşı karşıya kalma durumudur. Öyle olaylar gerçekleşiyor ki, iste(me)yerek kabul ettiğiniz kefillik, sizin tüm mal ve mülkünüzü satmanızda bile ödemeyeceğiniz kadar büyük borçlanmalara muhatap olmanızı gerektirebilmektedir. Bunun sonucunda aile huzuru bozulan ve boşanmayla sonuçlanan vakıalar ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla alınan borcu ödememenin bedeli; hem alacaklıya/ödenmeyene, hem kefil olana, hem de ödemeyene çıkmaktadır. İflas edene gelince; onun borcu da elinde kalan malla ödenmelidir. O mal kimden alınmışsa, alınan kimsenin hakkı olarak ona verilmelidir, başkası alamaz. “İflas eden kimseye borca mal vermiş olan, verdiği mal halen elinde iken yetişirse, o malı almaya, onun başka borçlularından daha hak sahibidir, bir tüccar, satın aldığı mahsullerin telef olması nedeni ile borçları çoğalmış, borçlarını ödeyemez olmuştu. Allah Resulü o tüccara zekâtınızdan, sadakanızdan verin diye emir etti; halk da o tüccara zekâtını, sadakasını verdi. Lakin o tüccara verilen zekât ve sadaka, alacaklılarına olan borçlarını ödemeye yetmedi. Allah Resulü, o tüccarın alacaklılarına, bulduğunuzu aldınız, size bundan başka bir şey yoktur” dedi. (Müslim, hadis no. 1556) İnanç kültürümüz, borcunu ödememeyi nasıl kınamakta ve eleştirmekte ise, borcunu ödeme imkânı olmayanın da gözetilmesini bizden ister. Ödemeyenin halini düşünerek ödenmeyen borcun, sadaka olarak bağışlamanın nice hayırlara kapı aralayacağını bize bildirir. “Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 280) “Felaketzedeye borç veren, borcunu güzellikle istesin, sonra aynı ameline yeniden başlasın, Vadesi geldiğinde, alacağını istemeye ve almaya verdiği borcunu talep etmede, borçlusuna hoşgörülü davranana, vadesi geçen alacağının geçen her gününe için sadaka mükâfatı verilecektir. O hesap ve azap görmeksizin, Sırat köprüsünden, çakan şimşek gibi geçecektir. Zira Allah katında, verdiği her dirheme karşılık ona cennette bin kantar verilir. Kim ihtiyacı olan bir Müslüman kardeşine borç verirse, ona, verdiği her dirheme karşılık, Uhud, Hira, Sebir ve Sina dağları ağırlığınca mükâfat verilecektir. Kime de Müslüman kardeşi borç için muhtaç olur da verecek gücü olduğu halde ona borç vermezse, Allah, iyilik sahiplerini mükâfatlandırdığı, günde ona Cenneti haram kılacaktır.” (Metealibul Aliye, Hadis no. 1382) Borçlanmak, acizlik, tembellik, cimrilik, sıkıntıları karşısında Hz. Peygamber (s) çok ürker ve çekinirdi. İnsanların bunları vesile edip de, muhataplarına eza verip onlar üzerinde baskı kurmaları, Allah Resulü (s) gibi, Müslümanların gönülleri üzerinde çok kırıcı etkiler göstermektedir. Onun şu güzel duası, güzellikleri temenni etmenin ne güzel bir ifadesidir: “Allah’ım, sıkıntıdan, üzüntüden, acizlikten, tembellikten, cimrilikten, borçlanmanın belimi bükmesinden, borcumu ödeyememekten, insanların bana tahakkümünden sana sığınırım.” (Tirmizi, hadis no. 3484) Bu duayla birlikte Efendimiz (s) borçlu ölmekten çok korkar ve sakınır. Ancak Allah Sevgilisi, aynı zamanda servet sahibi olarak terk-i dünyayı da istemez. O, borçlarını karşılayacak kadar maddî bir varlığının kalmasını temenni etmiştir. Borçlu olarak ölmek, dünyevî ve uhrevî mesuliyetleri beraberinde getirir. Hz. Peygamber (s), cenaze namazı esnasında, merhumun borcunun olup olmadığını sormuş, eğer cenazenin borcu varsa, cenaze namazını kılmamıştır. Bu konuda o kadar hassastır ki, şu olay borcu ödememenin, cenaze namazında bile ne gibi sıkıntılara sebep olduğunu göstermesi açısından çok ibretler barındırmaktadır: “Sahabeden Ebu Katade (ra) anlatıyor; Bir gün cenaze namazı kılınması için bir erkek cenazesi getirilmişti, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ‘o arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın, ben kılmam. Çünkü onun borcu var’ dedi. Ben ‘bu borç benim üzerime olsun, ya Rasulallah’ dedim. Hz. Peygamber Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ‘bana sözünü yerine getirecek misin’ diye sordu. Ben, ‘sözümü yerine getireceğim’ diye cevap verdim de, Hz. Peygamber o cenazenin namazını kıldırırdı.” (Darimi, hadis no. 2596) Borçlu olanın cenaze namazını kılmayan ve kıldırmayan Hz. Peygamber (s), ödemek isteyen bir kimse çıkarsa kabul eder. Veya cenazenin kalan borcunu ödeyecek malı ve varlığı varsa, mirasçısının onu ödemesini talep eder. Bunlar gerçekleşmediği zamanlarda, Allah’ın Habibi (s), kendisi o cenazenin borcunu ödeyip namazını kıldırırdı. “Ben, her mümin Müslümana, kendi nefsinden daha ileriyim. Her kim mümin ve Müslüman, borçlu olarak kalarak, kul hakkı kalarak, üzerinde emanet kalarak ölmeyi istemez de, borçlu olarak ölürse, o borcun ödemesi bana aittir, ancak herhangi bir varlık bırakırsa, o mirasçısınındır.” (Müslim, hadis no. 1619) |
289 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |