• Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
    • Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
    • Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
    • Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
    • Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
Üyelik Girişi
Videolar

Yeni Yayımlanan Kitaplar

   

İsmail Haqqi His Life Works and Views
Bayram Ali Çetinkaya
İNSAN YAYINLARI

ibn rüşd (1. cilt) (uluslararası ibn rüşd sempozyumu bildirileri) doğu-batı ilişkisinin entelektüel boyutu ibn rüşd'ü yeniden düşünmek



ibn rüşd (2. cilt) (uluslararası ibn rüşd sempozyumu bildirileri) doğu-batı ilişkisinin entelektüel boyutu ibn rüşd'ü yeniden düşünmek




Dini ve felsefi metinler: Yirmibirinci Yüzyılda yeniden okuma, anlama ve algılama

Bayram Ali Çetinkaya(Editör)

Doğu-Batı: İki Dünyanın Buluştuğu Noktada Düşünce Günleri



İzmirli İsmail Hakkı
Bayram Ali Çetinkaya
 İNSAN YAYINLARI



15 TEMMUZ DESTANI
Kıymet Bilmemek ve Kıymeti Bilinmemek -Denizdeki Balıkların Duasını Almak-

Meleklerin “itaat secdesi” yaptığı insan, Hakk Teâla yarattığı için kutsaldır, mukaddestir. Yani “yaratılanı, Yaratan’dan dolayı hoş görmek.” Kibrin ve isyanın temsilcisi Şeytan ise, emri çiğneyerek insanın kıymetinin anlamını bilmedi. O insan ki, aceleci, hırslı yaratıldığı için kendisine verilen şerefi idrak edemedi. Nankörlük ederek, neden ve niçin yaratıldığı sorgusunda imtihanı kaybetti. Tabiatın dört unsurundan ikisi olan toprak ve sudan varlık âlemine geldiğini düşünmedi. Ama her şeye rağmen, o en güzel surette yoktan var edildi.
“Bir zaman Rabbin meleklerine: ‘Muhakkak ben, kuru bir çamurdan, şekil verilebilen bir balçıktan bir insan yaratacağım.’ demişti. ‘Onu (insan şeklinde) tasarlayıp da ruhumdan üflediğim (ve o da dirildiği) zaman, (kudretim için) siz hemen ona secde ederek yere kapanın.’ (buyurmuştu). Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde etti. Ancak İblis, secde edenlerle beraber olmayı reddetti. (Allah:) ‘Ey İblis! Sen niçin secde edenlerle beraber olmuyorsun?’ dedi. (İblis:) ‘Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde etmek için (var) olmadım.’ dedi.” (Hıcr, 28-33)
“Artık insan, neden yaratıldığına (ibretle) bir baksın! O, fışkırıp dökülen (menî denen) sudan yaratıldı. O su, sulb (omurga) ile terâtib (eğe kemiği) arasın(da oluşup gelişen sonra torbaya inen testisler)den çıkar. Şüphesiz ki O (Allah), onu (öldürdükten sonra dünyadaki hali gibi diriltip) döndürmeye kâdirdir.” (Tarık, 5-8)
“Tîn’e ve zeytûne, Sînâ dağına ve şu güven veren şehre (Mekke’ye) andolsun ki biz insanı hakikaten en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 1-4)
Yaratan isteseydi; nâsı, tek bir millet ve kabile olarak bir arada, bir yerde ve bir coğrafyada aynı renk, şekil ve dille halkedebilirdi. Akıl, düşünme ve konuşma gibi nimet ve lütufları; inayet ve cömertliğinin genişliğiyle insana bahşetti. Kendisine karşı isyan ve kendisini inkâr etme özgürlüklerini verdiği insan, türdeşlerini korkutan bir “kan dökücü” ve “fesat çıkarıcı” olsa da bu ikramlardan sonsuz bir şekilde nasiplendi.
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurat, 13)
“İnsanlar ancak (tevhid dinine bağlı) bir tek ümmet idi. Sonra (şirke, küfre ve batıl yollara sapıp) ayrılığa düştüler. Eğer (hesabın kıyamette görüleceğine dair) Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerde, aralarında elbette hüküm verilir (azaba uğratılıp işleri bitirilir)di.” (Yunus, 19)
“İnsanlardan, yerdeki canlılardan, davar (ve sığır gibi)lerden de yine böyle türlü renklerde olanlar vardır. Kulları içinde, Allah’tan ancak âlimler/bilginler korkar. Şüphesiz Allah mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Fâtır, 28)
“Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti; melekler, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz’ dediler; Allah ‘Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.” (Bakara, 30)
Akleden ve akletmeyen bir canlıyı öldürmek, insanî ve İslâmî bir eylem değildir. Nitekim kasten bir insanın hayatına son vermek, tüm âlemi sonlandırmakla eşdeğerdir. Kutlu Peygamber ki, yüze vurmayı bile nehyetmiştir… Öldürmek ne kadar büyük canilik hali ise, bir hayatı meydana getirecek “meşru” olan cinsel ve tensel birliktelik de kulluğun icaplarından olan bir ibadettir.
Varlık âlemiyle buluşan insan, tüm canlılar gibi gelişim evrelerinden geçer. Yeter ki, onların derecelerine göre konuşulsun ve muamele edilsin… İnsanlara merhamet edeni, Allah rahmetiyle şereflendirir, bereketlendirir. Öyle ki, onu melekler, göklerin ve yerkürenin ahalisi ve ummanlardaki balıklar bile hayır duasıyla anarlar.
“İnsanlara hayrı öğretene Allah merhamet eder, O’nun melekleri, göklerin ve yerlerin ahalisi ile denizdeki balıklarda hayır dua ederler.” (Darimi, 295; Tirmizi, İlim, 19)
O halde insan neden kendisine iyilik emredildiği halde, tersini yapar; kusurları araştırarak ziyana uğrar. Âdem’in sureti üzerine yaratılan “unutkan” insan, neden ilâhî ilkeleri hatırlamaz? Onların istikametinde yolculuğuna devam etmez?
Varoluş, bu dünyayla sınırlı değilken, öte dünyalar için seyahat azıklarını, hasat mahsulleri ve meyvelerini neden hazırlamaz, hoyratça onları heba eder? Hem kendisini hem de ona tabi olan çevresini, nârın en kızgınıyla buluşturma gayreti içine düşer. Bilmez mi ki, başkalarından önce azâları ona şahitlik edecektir. Şu halde neden Hakk’tan gayrısı talep eder, kudret noksanı olanlara kullukta bulunur, köle olur.
İnsanların en hayırlısı, Rahmet Elçisi’nin (s) çağında yaşayan inanç erleridir. İnsanların en şerlisi ise, Rezzâk’ın rızası için istenildiği halde vermeyendir. “İki vadi altın” bile ihtirasların şiddeti dindirmez; üçüncü, dördüncüye ve hatta sonsuz olana talip olur.
“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa, üçüncü vâdiyi de ister. Âdemoğlunun iç boşluğunu (ihtiraslı gönlünü) topraktan başka birşey dolduramaz. Şu kadar ki, bu ihtirasından tevbe eden kişinin tevbesini Allah kabul eder” (Müslim, Zekât, 116)
Ama hiçbir servet, isterse Karun’a verilen anahtarlarını bile bir grup insanın ancak taşıyabildiği hazine olsun, insanın kıymetinin ölçüsü ve karşılığı/bedeli olamaz. Şanı Yüce Olan Sani halk ettiği için insan bizatihi değerlidir. O terazilerin bile değerini ölçmeye güç yetiremeyeceği kadar kıymetlidir.
Kendisi için paha biçilemeyen insan; şehvet, nefis ve şeytana itaat edip onların kölesi olursa, hayvanlardan aşağı derekeye düşer. Ancak Hâkimler Hâkimi’nin hükümranlığına tabi olup özgürlüğün zirvesine yakalarsa, ol zaman meleklerin derecesinin üzerine sıçrar/terfi eder/nurlanır.
Şu halde, yapılan iyilik ve hayrın kıymetini bilmek, denizdeki balıkların bile duasına muhatap olanı unutmamak, ilişkiyi kesmemek erdemin zenginliğini gösterir. Bugün yaşanan kişilik krizlerinden birisi, bu erdemliliği göster(e)memektir.
İyilik, hayır ve menfaat söz konusu olunca en uzak olana bile yakın olma iştahıyla düşkünlük göstermek… Lakin ihtiyaç ve yardım isteği gerçekleştikten sonra, en yakın olandan aslanın pençesinin saldırısıyla karşılaşmış gibi kaçmak… İhtiyaçlar ve yardımlar, tekrar ortaya çıkınca, yine arayıp sormalar, iletişime geçmeler, yakınlaşmalar; nihayetinde aynı tekrara düşme bahtsızlığına duçar olmak, alçalmak…
Kıymet ve değere muhatap olmak için, başkalarının katkı ve desteklerini unutmamak, kıymet bilmek… Kıymet bilmeyenin kıymeti bilinmez. Aslında şu hikâye anlatılanları özetlemektedir.
“Yaşlı adamın eşi evde tereyağı yapıyordu. Kocası ise her gün yakınlardaki bakkala götürüp satıyor onunla geçiniyorlardı. Bakkal adamın getirdiği tereyağını hiç tartmıyordu. Ancak bir gün acaba dedi, adam gittikten sonra tereyağını tartıya koydu, 900 gram olduğunu görünce çok öfkelendi ve yarın geldiğinde bunun hesabını sorar bir daha da ondan alışveriş yapmam dedi. Ertesi sabah yaşlı adam elinde tereyağı içeriye girdi, bakkal sert bakışlarıyla bir daha senden tereyağı almayacağım dedi. Yaşlı adam üzülerek ‘efendim bir yanlışım mı oldu?’ dedi. Bakkal, efendi senen bana verdiğin tereyağını tarttım. 900 gram geldi ayıp değil mi bu yaptığın dedi. Yaşlı adam utanarak başını yere eğdi ve ‘efendim bizim terazimiz yok, sizden bir kilo şeker almıştık, onu tartı olarak kullanıyoruz’ dedi. Bakkal utancından ne yapacağını şaşırdı. Böyledir işte dünya… Kime ne ağırlıkta kıymet verirsen o ağırlıkta kıymet bulursun.”
Şu halde insan “çok aceleci” olarak, tüm dikkatini neticelere/akıbetlere yöneltir. Kendisini şerefli kılan düşünme, akletme ve konuşma özelliğiyle birlikte iyiliği de kötülüğü de isteme ve yapma özgürlüğü vardır. Bunlar ki, âdemoğlunun kıymet ve değerini, yaratılmış olarak yücelten hususlardır. Diğer taraftan bu yükselişin ayrıcalığı, yü(ce)ksek dağların kabullenmediği sorumluluğu, “aceleci” olarak hırsın ve sabırsızlığın şehvetiyle omuzlamasına sebep olmuştur.
Sabırsızlık ise, hüsran ve ziyanla buluşmaktır. Sarrafın altının değerini bilmesi gibi, insanın kıymetini ölçen mihenk, hayrı ve sabrı birbirine tavsiye etmesiyle ortaya çıkar/gerçekleşir. Her Şeye Güç Yetiren (Kadîr), dilediğini yükseltir, yüceltir, öne geçirir (Mukaddim) ve kıymetini artırır.
Ölüm, musibet ve tehlikenin soğukluğuyla, Yaratan’ını hatırlayan zihinler ve kalpler, sahte tanrılarını terk ederler. Sonsuz ve sınırsız kıymet sahibi En Büyük Yardımcı, onu selamet limanlarına çıkardığında, gönüller tekrar sahte ilahlara döner. Firavun’un, ummanın ortasında Hâlık’ı hatırlayıp O’na dönmeye çalışması, zamanı kendi aleyhine tükettiği için mümkün olamadı. Rahman’ın engin ve hadsiz bağışlanmasından fırsatı kaçırarak nasiplenemedi. Kaybeden, ziyana ve hüsrana uğrayan nankörlerden oldu.
“Denizde bir musibete (bir tehlikeye) maruz kaldığınız zaman, O’ndan başka tapındıklarınız (zihninizden) kaybolur. (Artık yardımı Allah’tan istemeye başlarsınız.) Fakat O, sizi karaya çıkarıp kurtarınca, yine yüz çevirirsiniz. Şu insanoğlu çok nankördür!” (İsra, 57)
Denizin dibindeki inciyi çıkartan dalgıcın, o kıymetli taşın değerini biliyorsa, Müslüman da akraba, dost, arkadaş ve tanıdıklarının, hatta tanımadıklarının saygınlığını düşünerek hareket etmelidir. Sayılan kişiler ki, fert için dünyadaki en büyük hazinelerden daha kıymetlidir. Onların olmadığını bir hayat, değer ve kıymetinin lezzetinden tadılmayan yavan bir yaşamdan başka bir şey değildir. Hayatı anlamlı kılan ve insana varoluş değeri katan işte bu kimselerdir. Nice kimseler vardır ki, sosyal ilişkilerini çıkar ve başka amaçlar üzerine bina ettiği için, toplumsal statülerini yitirdikleri anda, çevrelerindeki kalabalıkların yok olduğu bir yalnızlığı yaşamaya mahkûm olurlar.
  
287 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam62
Toplam Ziyaret194587
Etkinlikler
YENİ ÇIKAN ESERLER
          


                                 






                                             


                                               
                                                                                        
                                                      
                                                   
     





Yayımlanan Eserler


Sayıların Gizemi ve Tasavvufun Dinamikleri
Bayram Ali Çetinkaya
İnsan Yayınları


   İlkçağ Felsefesi Tarihi
Bayram Ali Çetinkaya 
İNSAN YAYINLARI









Yitik Bilgi ve Hikmet
Bayram Ali Çetinkaya





İslam Medeniyetinin Dinamikleri
Bayram Ali Çetinkaya
 İNSAN YAYINLARI



İrfan ve Hikmet Peygamberi 
Bayram Ali Çetinkaya
   İNSAN YAYINLARI
   



   Şems-Mevlana Dostluğu
     Bayram Ali Çetinkaya
     İNSAN YAYINLARI
      


Medine'den Medeniyete

Bayram Ali Çetinkaya
İNSAN YAYINLARI