Eve Dönünceye Kadar Yaşamak Tükenen Su ve Yemek-3
Bayram Ali Çetinkaya 1998 yılında hayatını kaybettiğinde Boyacı İsmail, garip ve mütevazı hayatıyla ailesini helal ve temiz bir rızıkla geçindirdi. 1938 yılında Yunak’ta başlayan hayatı, çileli ve zorlu bir ömrü yaşayarak sona erdi. Boyacı İsmail’in iki ağabeysi, on sekiz yaşlarında hastalıktan vefat eder. İlkokul birinci sınıfın üçüncü ayında yedi yaşındayken annesini kaybeder. Bu durum üzerine babası, İsmail’i okuldan alır, koyun sürüsüne bakması için çobanlık yapmasını ister. Ablası yakın köye gelin olarak giden İsmail, dokuz yaşında babasını kaybeder. Amcasının yanında yeni bir hayata başlayan yetim ve öksüz İsmail, amcasına çobanlık yapar. Amcasının hor ve baskılı tavrı, zaman zaman dayak yemesiyle hayatı daha zorlu bir hale gelir. Evlenen İsmail, amcasının kendisine verdiği verimsiz tarla ile kendi yağında kavrulmaya başlar. Çobanlık yaptığı dönemle ilgili hatıralarını çocuklarına anlatan İsmail Amca, karlı bir kış gününden bahseder. O gün hayvanları, ilçenin en büyük dağı Bayatkulu’ya götürür. Geceyi koyunlarıyla orada geçiren İsmail, sabah bir sürpriz beklemektedir. Sabah uyandığında o kadar kar yağmıştır ki, içine girdiği kepeneğin (çobanların, soğuktan, yağmurdan korunmak için omuzlarına aldıkları, keçeden yapılmış, dikişsiz ve kolsuz üstlük) üzerine bir metre kar yağar. Sadece nefes alacak kadar bir kanal oluşur. Binbir güçlükle karın altından çıkar. Genç yaşlarda oluşan romatizma, bel ve diz ağrılarını, İsmail Amca, bu zorlu kışlarda yağan karlara ve yağmurlara bağlar. Ama bundan dolayı bir şikâyette bulunmaz. Baskı ve zulümden kurtulmak için İsmail, yakın köy Böğrüdelik’e gidip ablasının yanında kalır. Bir taraftan da çobanlık yapar. On sekiz yaşında askere giden İsmail, iki yıl vatani görevinden sonra bir soğuk bir kış günü, doğduğu ilçesine yine geri döner. Ancak bir sorun vardır. Şimdi nereye gidecektir. Herkes evine gider, ama İsmail’in gideceği bir yer yoktur. O an yaşadıklarını ve hissettiklerini sonradan şöyle anlatır: ‘Arkadaşlarım tek tek evine dağılırken ben ortada kalakaldım. Kendi memleketimde gidecek bir evim yoktu. Kimse benim nereye gideceğimi sormadı. Utana sıkıla tekrar amcama gittim. Gelişimden memnun olmamıştı.’ Evlendikten sonra, Boyacı İsmail, kerpiçten yaptığı derme çatma ama sıcak ve huzurlu evinde eşiyle yaşamaya başlar. Bu evlilikten dört erkek çocuk olur. Kızı olmadığı için İsmail Amca, kız çocuklarını daha çok sever. Amcasının verdiği tarlalar, evin geçimini karşılamadığı için ayakkabı boyacılığı yapmaya başlar. İşinin hakkını fazlasıyla veren İsmail Amca, yüzüne bile bakılmayacak olan ayakkabıları yeni alınmış gibi bir görüntüye kavuşturur. Boyacıların olduğu kaldırımlar üzerinde sıra sıra durun boya sandıkları ve başlarında sahipleri bulunur. Bunlar içerisinde küçük çocuklar da vardır. Ancak müşteriler, çocuklardan ziyade tecrübeli ve yaşı ileri olan İsmail Amca’ya boyatırlar. O, tıpkı yukarıda bahsettiğimiz Üsküdar İskelesi’nde bulunan boyacının yaptığı gibi, gelen müşterileri, küçük veya genç olan boyacılara yönlendirir. Dolayısıyla kanaatkâr olan Boyacı İsmail, evlerinin nafakasını temin diğer genç boyacıları korur ve gözetir. Yaşı ileri olan diğer meslektaşları ise, onun bu davranışına olumla bakmazlar. Onlar, çocuk ve gençlerin yanlarında bulunmasına itiraz eder, oradan gitmeleri konusunda ikazlarda bulunurlar. |
830 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |