Yüksek Sanatın Varoluşsal Değeri Varoluşun getirdiği imkânlardan birisi, sanattır. Sanatı, hikmetten bağımsız düşünmek mümkün değildir. İnsan değiştikçe, onun meydana getirdiği sanat anlayışı da değişim göstermektedir. Uygarlıkların inşasında sanatın yeri, insanın ihtiyaçlarıyla paralel bir yapı arz etmektedir. Nitekim sanatçı, kendini ifade etme vasıtası olarak derin bir düşünme evreninde gizlenerek işe başlar. O ruhî ve bedenî varoluş sürecinde, sanatın rehberliğiyle yola çıkarak hakikat âlemine kapı aralamaya çalışmaktadır. Duygu, güzellik, estetik ve zarafetin ifade şekli sanat, üst çalışma ve büyük işçiliğin sonucuyla elde edilmektedir. Hattatın elinden çıkan harfler, ebruzenin elinden çıkan enfes görsellikler, müzehhibin elinden çıkan tezhip, ressamın elinden çıkan resim güzellik ve estetik bir arayışın ve yolculuğun mahsulü olarak şekillenmektedir. Dolayısıyla sanat, üst bir bakışın, görmenin, düşünmenin ve akletmenin ürünü olarak karşılık bulmaktadır. İnsanın ve toplumun amaç, hedef, gaye, ideal ve maksatları sanatın altında surete bürünmektedir. Türkü, şarkı ve ilahi gibi sanat formatlarının, yaşananlardan, tecrübe edilenlerden bağımsız olması düşünülebilir mi? Hüzün, sevinç, ıstırap, çile, hasret ve aşk gibi, ruh görüntüleri, ismi geçen sanat vasıtalarıyla yüzlerce yıl sonralara aktarılmıyor mu? Aktarılanlar, yüce/kutsal duyguları sonraki nesillere taşımaktadır. Kültür, bilim, teknoloji, değer ve irfan sanattan bağımsız değildir. Sanat, sayılan bütün sahaları besleyen ve hayat veren en önemli araçlardan birisidir. Sanat; eğitim, bilim ve tekniğin ilerlemesinde insanın terakki duygularını geliştirir. Diğer taraftan değer ve irfanla hayvanî ruh ve şeytanî duygu kalıntılarını iyiye çevirerek yüksek erdemin yaşanmasına vesile olur. Yüksek sanat, bilim ve teknolojinin üst basamaklara evrilmesinde, görüş, bakış ve zihni harekete geçirerek medeniyetin inşasında sürdürülebilir bir ortamı sağlar. Yüksek sanatın değeri, hikmet ve ilmin üst düzeyde birleşmesiyle sübut bulur. Bilim ve felsefeden farklı olarak sanat, duygu, coşku ve sezginin müspet katkılarını kullanır. Olaylar, sanatın gerçekliğiyle ifade bulur. Ruh dünyasının zenginleşmesi ve derinleşmesi, yüksek sanatın üretilmesiyle zirveye taşınır. Uygarlığın bilim ve teknikle kalkınması, yüksek sanatın varlığı olmadan gerçekleşmez. Mimari ve teknolojideki ‘yaratıcı’ özgünlük, sanatın taşıyacağı değerlerle mümkündür. Nitekim bu yönüyle estetik ve zarafet, medeniyetin en önemli ayaklarından birisidir. Sanatçı da, bilim adamı da, filozof da, var olandan hareketle yeniyi ve özgünlüğü ortaya koyar. Diğer taraftan her şeyi Var Eden’in mükemmel sanatı, yüksek sanatın sürekli müracaat ettiği ana kaynaktır. Yüksek sanatla, insanda sezgi ve hayal etme gücü gelişme kazanır. Zihin, akıl ve gönül dünyası, insanı, yüksek sanatın desteğiyle Sanatlar Sanatının İlk Fâil’ine ulaştırır. Sanattaki özgünlük, bilim ve teknikteki farkındalığı doğurur. Bilim adamı, keşfedeceği sırlara, farklı yollardan giderek ulaşabilir. Vardığı aynı sonuçlara, başka bir bilgin de daha farklı yollardan varabilir. Ancak sanat eseri, kişiye özgüdür. Taklit, yüksek sanatın düşmanıdır. Sürekli yeniyi aramak ve özgün olanı serimlemek, yüksek sanatın verdiği duygu ve aşk boyutuyla özgür bir girişimdir. Yüksek sanatın kazandırdığı heyecan ve arzu; tefekkür, teknoloji ve ahlâk alanında büyük katkılara sebep olur. Güzel ve estetiğin peşinde olan yüksek sanat, dış dünyanın çözümleme yolunu açar. Bilgelik (hikmet) bir anlamda ‘sanatlar sanatı’ olarak işlevini sürdürür. Antik Çağ’da felsefe/hikmeti bir ilim olarak gören Eski Yunan anlayışını aktaran Fârâbî’nin sözlerini ödünç alırsak o şunları ifade etmektedir; “Bu ilme sahip olan Yunanlılar onu hakikî hikmet ve en yüksek hikmet diye adlandırırlar ve onun elde edilmesine ilim, onunla ilgili zihin durumuna ise felsefe derlerdi. Onu elde edene de filozof derler ve bununla da en yüksek hikmeti seven ve onu arayanı kastederlerdi. Onlar en yüksek hikmetin kuvve halinde bütün erdemleri içerdiğine inanırlar ve onu ilimlerin ilmi, ilimlerin anası, hikmetlerin hikmeti ve sanatların sanatı diye adlandırırlardı. Bununla da bütün sanatları içine alan sanatı, bütün erdemleri için alan erdemi, bütün hikmetleri içine alan hikmeti kastederlerdi.” Fârâbî, Mutluluğun Kazanılması (Tahsîlu’s-Sa’adâ), çev.: Ahmet Arslan, Ankara 1999, 88-89. Düşünmek, akıl etmek ve konuşmak, insanı diğer canlılardan/hayvanlardan ayıran en önemli özelliktir. Bundan dolayı, o varlık olarak hayvanî ruhta kalmayarak insanî ruha yükselmiştir. Bilimdeki doğrular, tek düze bir hal arzederken, sanat çoklu ve farklı bakışı teşvik eder/tetikler. Güzel sanatların, medeniyet inşasındaki hayatî rolü inkâr edilemez. Kalıcı ve iz/etki bırakan medeniyetler, mimari ve güzel sanatlarda zirveyi yakalamış uygarlıklar olarak bilinmektedir. Çin’in icatları, Hind’in matematik ve geometrisi, Perslerin savaş sanatı, Roma’nın teknolojisi, Abbasîlerin bilimi, Endülüs’ün estetiği, Osmanlı’nın mimari ve görsel el işçiliğindeki ihtişamı, yüksek sanatın sonuçlarıdır. Kalıcı medeniyetler, yüksek sanat eserleriyle asırlardır meydan okumayı sürdüren uygarlıklar olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. Dolayısıyla yüksek sanat, toplumları ‘yaratıcı’ düşünce, bilim ve teknolojiye yöneltmektedir. Nitekim sanat ta bilim de akılla yapılır ve akılla çözümlenir. |
315 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |