Filozofun Şeyhle Buluşması (1) Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte, ilim, fikir ve zihniyet alanında büyük değişimler yaşanmıştır. Bu çerçevede tefekkür ve irfan arasındaki ilişkilerde de birtakım örsenlenmelerin meydana gelmesi tabiî bir durumun tezahürü olarak gerçekleşmiştir. Hakikatin ne olduğu konusu, imparatorluktan ulus devlet modeline geçişle birlikte farklılıklar göstermeye başlamıştır. Bu çerçevede akıl, iman, irfan, kültür ve medeniyet tartışmaları ortaya çıkmıştır. Bazen bir tartışmalar yerini, uyum ve dengeye bırakarak doğal bir sürece girmiştir. İşte filozof Nurettin Topçu ile Nakşi Şeyhi Abdülaziz Bekkine arasındaki ilişki, bu uyumun sağlıklı ve doğal bir şekilde buluştuğu özgün bir hali tasvir etmektedir. Benzer bir münasebeti, yine üstat Necip Fazıl ile Şeyh Abdülhakim Arvasi arasında görmek mümkündür. 1909 yılında İstanbul’da doğan Nurettin Topçu, Vefa Lisesi’sinde başladığı eğitimini İstanbul İdadisi’nde (Erkek Lisesi) tamamlar. Burslu öğrenci olarak Fransa’da felsefe alanında devlet doktorası hazırlar. Fransız düşünür ve felsefeci Blondel’den doktora tezini yapar ve önemli oryantalistlerden Massignon’a Türkçe ders verir. Aynı zamanda onunla uzun süren konuşmalarda bulunur. Fransızlar, Topçu’nun doktora tezi savunması esnasında -gelenek olduğu üzere- üniversitede Türk bayrağını çekerler. ‘Yılın en başarılı gelen tezleri’ arasında Nurettin Topçu’nun doktora tezi birinci seçilir. Ödül olarak ‘ne istediği’ kendisine sorulduğunda Türk bayrağının akşama kadar asılı kalmasını ister; arzusu bu yönde yerine getirilir. Sorbonne’nda devlet doktorası yapan ilk Türk olarak Topçu, Türkiye’ye döndüğünde üniversitelerde çalışmasına izin verilmez. Galatasaray lisesinde felsefe öğretmenliği görevine tayin edilir. Farklı konularda eserler veren Topçu, özellikle ahlâk ve daha doğrusu doktora tezinde ele aldığı üzere ‘İsyan ahlâkı’ üzerinde yoğunlaşır. Hareket Dergisine kuran Topçu için hareketten kasıt, “yer değiştirmesi değil, insanın kendi kendini değiştirmesidir.” İsyan ahlâkında ise, o, kötülük karşısında ‘insan olan bunu yapmaz’ demenin yeterli olmadığını düşünerek, ‘insan olan bunu yaptırtmaz’ demenin kötülükle mücadele etmek anlamına geleceğine inanır. Abdülaziz Bekkine Efendi’ye gelince; o, 1895 yılında İstanbul doğar. Babası 1880’de Kazan’dan İstanbul’a gelir; Türkiye’den Kazan’a zeytinyağı ticareti yapar. İttihat Terakki’nin iktidara gelmesiyle yabancı uyruklu olanların ikametlerini iptal etmesi sonucunda Kazan’a zorunlu geri dönüş gerçekleşir. 1917 Bolşevik İhtilali’nde aile, Kazan’dan İstanbul’a geri gelmek zorunda kalır. Gümüşhane Dergahı’nın şeyhi Mustafa Fevzi Efendi’ye intisap eden Aziz Efendi, daha sonraları bu dergâhın şeyhi olur. Zeyrek’te Çivicizâde Cami’sinde imamlık yaparken, maaşını fakir fukara ve ihtiyaç sahiplerine dağıtır. Caminin evinde kira vermeden oturmayı imamet için yeterli sayan Abdülaziz Bekkine ve ailesi, hanımı ve çocuklarının ördüğü yün çorapları pazarcıya satarak geçinirler. Üniversiteden ziyaret gelen gençlerin ilgi odağı olan Aziz Efendi, onlara karşı gece gündüz büyük alaka gösterir. Gençlerin özünün temiz olduğunu düşünür, ancak onlara karşı ilgisizliğin kötü alışkanlıklara sürüklediğini görerek üzülür. Merhametinin sonucu olarak “Ah genç olsam da bir de şu sakalım olmasa, ben onların arasına karışır, onlarla dost olurdum. Ama artık çok geç” diyerek hayıflanır. Vefa Lise’sinden hocası olan Celal (Ökten), Topçu için önemli bir üstat olur. Nurettin onun karşısında ‘edeple oturur, daima iki eli dizlerinin üstünde dururdu. İslâm dini hakkında ondan çok şey öğrendiğini, çok istifade ettiğini iftiharla söylerdi’. Ancak Topçu’nun içindeki fırtınaları dindiremiyordu. O, başka bir arayış içindeydi. Onun için “Celal Hoca büyük bir âlim. Bunda şüphe yok. Ama benim derdim ilim değil, başka bir şey arıyorum. Ben maneviyat arıyorum” derdi. Zaman zaman onu tasavvufla ilgili hocalarla tanıştırdıklarında Nurettin “… ben tasavvufun ilmini değil, kendisini arıyorum. Ruhuna gıda olacak şeyi bulmak istiyorum.” diyerek arayışını sürdürüyordu. İilkokuldan sınıf arkadaşı Sırrı (Tüzeer), onun arayışına cevap verecek bir ‘hareket’i başlatır. Aziz Efendiye giden Sırrı, ona Topçu ile ilgili bilgiler verir. Sorbonne’da felsefe doktorası yapan titiz genç bir öğretmeni getireceğini söyler. Aziz Efendi, “Kafir getir bana, kibirliyi getirme” deyince Sırrı, onun kibirli olmadığını ifade eder. O, ‘öyleyse getir” der. Nurettin, bu teklif karşısında sorularını yöneltir: Hoca nerelidir? Tahsili nedir? O da bunları bana sorma Hoca Efendi sana her şeyi anlatır. |
327 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |