Nikah ve sözleşme Kadın ve erkeğin toplumsal rolleri, dinler ve ahlâk öğretilerinde belirlenmiştir. Burada zulüm ve şiddete asla yer yoktur. Şiddetin fâilleri, hem hukuk ve hem de toplum tarafından kınanır ve cezalandırılır. Aile içinde kadın ve erkeğin rol, görev ve hakları birbirinin aleyhine bir şekil arz etmez. Meşru evlilik bağıyla oluşturulan toplumsal ve bireysel sözleşme, cemiyeti, dolayısıyla devleti ayakta tutan en önemli saiktir. Toplumlar, tarihte olduğu gibi zamanla, ilahî ve tabiî ilkeleri ihlal edebilirler. Geçmişteki birçok kavim ve millet gibi, sapkın ve bâtıl kuralları, çoğunlukla benimseyebilirler. O durumda, hakikat ve meşru olan zayi olur, istikamet bozulur. Bugün bazı ülkelerde nikahsız birliktelik (zina), erkekle erkeğin ve kadınla kadının sapkın ve meşru olmayan ilişkileri ve kürtaj (cinayet) halk oylamasına sunulup yasalaştırabilmektedir. Dolasıyla, hakikat ve meşru olanı belirleyen kuralları, ilahî ve tabiî ilkeler tespit eder. İbrahimî dinlerin ve bazı pagan dinlerin bazılarının bile hemen hemen kabul ettiği ‘on emir’, zinayı, öldürmeyi, şirk ve inkârı yasaklamaktadır. Bundan dolayı toplumlar ve devletlerin, bu evrensel ilke, kural ve normları değiştirmeye yönelmemeleri, insanlığın faydasınadır. Kadınlar ve erkekler, ilahî ve insanî yasalar önünde aynı konumdadır. Ancak onların mutlak eşitliğini, ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ üzerinden aynı düzlemde değerlendirmek, her iki cinsin kabiliyet, yeti ve becerilerine uygun olmayan haksız girişimlerdir. Cinsiyetlerin eşitliği yerine, cinsiyetlerin adaletini savunmak, daha makul ve insanîdir. Toplumsal cinsiyet eşitliğini, ‘kadınların ve erkeklerin, toplumsal yaşamın her alanına eşit katılımları’ şeklinde zorunlu kabul haline getirmek, adaletsizliğe yol açmaktadır. Zira Kadınlara yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırmak, erkeğe yönelik bir başka ayrımcılığı başlatabilir. Toplumsal cinsiyet eşitliğini, aile içindeki fertlerin mücadele alanı haline dönüştürmek, karşıt cinsiyeti birbiriyle çatıştırmaktan başka bir sonuca götürmemektedir. Aile içi şiddetin tarafı olmak, bunu övmek barbarlıktır, caniliktir. Medeniyetimizde dinî, millî, ananevî ve gelenek açısından, asla savunulamaz ve desteklenmez. Nitekim ailede mağdur yaratmak, onu yıkmak demektir. Kadınlara yönelik her türlü, fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik zarar, ıstırap, tehdit, zorlama ve özgürlüklerini kısıtlama kültürel yapımızda tasvip edilmez, ayıplanır ve lanetlenir. Kültür, örf ve âdet, gelenek, din, namus ve kutsal şiddeti özendirmediği gibi bunu lanetler, ayıplar ve cezalandırır. Kadınlar ve çocukları, kısacası aileyi ayakta tutacak kanunlar yapıldığı gibi, mahallede, köyde, ilçede ve illerde, sözü dinlenen ve kendisine saygı duyulan büyüklerin, âkil kişilerin ve hakemlerin ihdas edilmesi, karşılaşılan sorunları niceliksel olarak azaltacaktır. Sabırlı, âdil, hakkaniyet sahibi, doğru özlü ve sözlü, hakikat insanı, merhametli, âkil, sorunları çözen, problemleri abartmayan, arabulucu, kaynaştırıcı, nasihat insanını, hangi toplumsal cins(iyet)ten olursa olsun, herkes olmasa bile muhatap olan çoğunluk dinleyecektir. Çözüm olarak meşru, ilahî ve tabiî olanı tercih etmek, toplumsal ve ferdî faydanın (maslahat) gereğidir. Aileyi yıkmadan, karı kocayı birbirini düşürmeden ve düşman etmeden sorunları çözmek esastır. Eşitlik adı altında dengeleri yerle bir etmek, problemleri abartmak, meseleleri büyütmek aileyi yıkar; çocukları mahzun yapar, kadınları daha kırılgan ve hassas hale getirir. Kadın ve erkek, aile içinde taraf değildir. Karı ve koca birbirini tamamlayan ailenin tutkalıdır. İkisi olduğunda aile olur. Rıza, tahammül, hakkaniyet, sabır, doğruluk, adalet ve diğerkâmlık huzur ve mutluluğun anahtarıdır. Kadınlara vurmak ve şiddet uygulamak, din ve kutsal tarafından yasaklanmış ve böyle davrananların yaptıklarından sorumlu olduğu ve cezalandırılması gerektiği bildirmiştir. |
808 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |