Babaannem’in Sandığı-6
Anadolu kadını olarak Babaannem, türküleri sever. Kendisi de türkü söylerdi. Tabii o dönemde TRT'nin Ankara radyosunda Yurttan Sesler Topluluğu türküleri çalardı. İnsanlar zevkle dinler. Hatta Radyo tiyatrolarında Arkası Yarın’ı kaçırmamaya çalışırdı. İyi yemek yapan, iyi katık toplayan birisidir Babaannem. Tereyağı, çökelek, tulumlar turşular, kurutmalar, reçeller, pastırmalar hazırlayan yetenekli, dinamik ve becerikli bir Anadolu kadınıydı. Yazın yaylaya gidildiği zaman, onun ve gelini annem Elife’nin hazırladığı katıklar biriktirilir, yıllık bulgur ve un hazırlanırdı. Daha sonra okulların açılmasına yakın bir tarihte, yani Eylül ayına yaklaşıldığında ise, onlarla birlikte bostanlar ilçeye, Yunak’a getirilirdi. Yayladan ilçeye, yani Yunak’a giden ilk kadın, Babaannemdir. Yalnız onun işi, yayladan daha ağırdır. Beraberinde okul çağına gelmiş, çocuklarıyla birlikte kayınlarının çocukları, hatta kendi erkek kardeşi de vardır. Nereden bakılırsa bakılsın yedi sekiz çocuğa bakmak durumundadır. Hepsinin ahlakları, karakterleri, kişilikleri ve hareket tarzları farklıdır. Gerçekten bu kadar çocukla ilgilenmek, çok meşakkatli ve yorucu bir hal almaktaydı. Ancak başkasından bir şey istemeyen Babaannem, sürekli verici olduğundan dolayı, hepsine katlanır, kimseye kırmamaya özen gösterir. Sıkıntıları ve sorunları, kendisine saklar, üstesinden gelmeye çalışır. Böylece sabretmek ve tahammül etmek, onun karakteri haline dönüşür. Çocuklarına karşı Babaannem, sert ve otoriter idi. Cıvıklık ve gevşekliği sevmez, o dönemde yaygın olan haliyle çocuklarına sarılmazdı. Ama yufka yürekli idi, içten içe severdi. O dönemde, zaten sevgi gösterilmez. Nedendir bilinmez, gösterilmesi de iyi karşılanmazdı. Belki de çocukların şımarmaması için böyle yapılırdı. Babaannem, çocukları evlendiğinde bile onlara olan düşkünlüğünü gösterirdi. Onların evine giderken reçeller yapar, turşular götürür; gidemiyorsa gönderirdi. Hamur işleri, çörekler, börekler hazırlar; bunları dizleri tutmadığı için, oturarak yapardı. Tacettin ve Hasan amcam, Konya'da İmam Hatip Okulu’nda öğrenciydiler. Yurtta kaldıkları zaman da evde kalırken de, Babaannem, okuyan bu çocukları için küçük tulum peynirleri, pastırma, sucuk, kavurma gibi uzun süre dayanabilecek yiyecekler kordu. Biz torunlarına hiç bağırmaz, sert davranmaz, fiske bile vurmazdı. Babam Osman’a, torunları olarak bize niye bağırmadığını sorduğumda, (aslında çocuklarına çok bağırır bazen de bu bağırmasını tepkisel olarak terlik atarak hafif hafif döverek gösterir, ama torunlarına asla böyle bir şey de bulunmaz) ilginç bir cevap aldım. Babam, ‘torunlar, ceviz içi gibidir’ diyerek onları, Allah'ın ahir zamanda vereceği en büyük hediye olarak tanımladı. Babam, annesinin de böyle düşündüğünü söyledi. Babaannemin torun sevgisini, bir olayla hatırlatmak gerekirse; küçükken torunlarından birisi elindeki sopayı çocukluk refleksiyle Dedem’in başına vurur, başını kanatır. O torun, Dedem namaz kılarken bunu yapar. Namazını bitirdiğinde, Dedem de ona bir tokat atar. Buna şahit olan Babaannem, hışımla gelir ve ‘o henüz çocuk, bilmiyor sen de mi bilmiyorsun’ diyerek dedeme çıkışır. Son dönemine kadar Dedem ile babaannem kırk dört yıl mutlu bir evlilik ve birlikte güzel bir hayat geçirirler. Dedem babaannemin kıymetini bilir, ona saygılı davranır. Babaannem de, Dedem’e hürmet eder, onun tanıdık ve tanımadık misafirlerini ağırlar, yemekler hazırlar. Dedem, Babaannem için ‘Kurban Bayramı günlerinde özellikle ‘ayakları pek tutmaz, önüne iş geldiğinde beş kişinin işini yapar’ diyerek iltifat eder ve överdi. Vefat ettiğinde Dedem’in, cebinde bulunan kağıtta yazılı olan ‘ben öldüğümde annenize ve kız kardeşinize iyi bakın, ilgilenin…” ifadeleri, onun hayat arkadaşı, can yoldaşı Babaannem’e verdiği değerin hassas bir göstergesiydi. |
891 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |