Babaannem’in Sandığı-4
Düğün biter ve Babaannem Büyükhasan'dan Çetinkaya yaylasına yaylı araba denilen faytonla getirilir. Yaylada kaldığında, yeni yerleri henüz olmadığı için derme çatma bir yerde kalırlar. Biraz da soğuk olduğundan dolayı babaanne bu dönemde bir hastalığa yakalanır. Hastalık dönem için çok ciddi bir marazdır, yani Babaannem vereme yakalanır. Fatma Babaannem, köyden mezraya/yaylaya gelin olarak geldiğinde, henüz Hacı Ali Dedem’i görmemiştir. Ancak yokluk bir taraftan, ihtiyaçlar bir taraftan iki odalı toprak bir evde Babaannem için zorlu günler başlar. Eltisinin himayesinde, sebzelerin bile sandığa konulduğu bir dönemde, Babaannem bir kız çocuğu doğurur. Soba yok, sıcak su yok, aileden uzak, dar bir evde hayat mücadelesine katlanan Babaannem, dönemin hastalığı vereme yakalanır. İlçemiz Yunak’a önce götürülür, akabinde Akşehir’de uzman bir doktora götürülme kararı verilir. Dedem’le abisi Hacı Hamit eski evde uzun süre beraber kalırlar. Hacı Hamid'in iki kızı Huriye, İclal ve amcam Tacettin kuşpalazı (difteri) hastalığına yakalanır. Onların ikisini Konya'ya tedaviye götürür, Hacı Hamit. Dönüşte her ikisi de aynı gün ölürler. Dedem de amcamı tedavi için Konya'ya götürür ve o da orada iyileşir. Dedem, onu tedavi amacıyla seksen beş kilometre uzaklıktaki Akşehir’e götürür. Bir kış günü, soğuk bir havada yola çıkılır. O dönemdeki yolculuklar, iki üç gün sürüyor, konaklayarak belirli yerlerde misafir kala kala devam ediliyor. Köy odaları var, köy odalarında kalarak, Babaannem ve Dedem’le birlikte yollarda aktarmalı bir şekilde Akşehir’e varırlar. Köy odaları, o dönemde iki katlı oluyor, genelde kişinin gelir düzeyine göre değişebiliyor. Üst katı dinleme ve yatma için, alt katta ise gelen misafirlerin atları, binekleri bulunur. Dedem, Babaannemi, Akşehir'de Süleyman Bey diye bilinen alanında uzman, yetenekli bir doktora götürür. Babaanneme verem teşhisi koyan doktor, onun müşahede altında alınması gerektiğinden bahseder. Orada bir akrabasının, daha doğrusu Pehlivan Hacı Hamid’in kayınvalidesinin evinde bir ay kalır. Evin hanımı, Babaanneme iyi bir şekilde bakar. Babaannem iyileşse de, hastalığın izlerini seksen dört yaşında vefat edinceye kadar çeker, sürekli ilaç kullanır. Daha sonra Dedem yayladan gelip Babaannem’i geri götürür. Yunak’a gelen Babaannem’in hastalığını haber alan babası, kızını bir müddet, daha iyi bakmak için köyüne götürür. Geri dönüş yolunda, Babaannem’in ilaç içmesi gerekiyor, ilacı su ile içiyor, dedemin gözünün içine bakıyor. Niye bakıyor? Çünkü o dönemde, Anadolu’da kadınlar kocalarının yanında yemek yemiyorlar, bir şey içmiyorlar. Dedem de su içmesine izin veriyor, ‘şimdilik, bu seferlik iç, eve gittiğinde içmezsin’ demeyi de ihmal etmiyor. Anadolu'da böyle bir gelenek var. Bugün bize çok ters gelse de, kadınlar erkeklerin yanında konuşmuyorlar. Mesela manifaturacı iken, Dedem’in dükkanına gelen bayan müşterileri konuşmazdı veya çok kısık sesle taleplerini dile getirirlerdi. Bu küçüklüğümde karşılaştım olaylardandır. Babaannem, 1948'de yani savaş zamanı İkinci Dünya Savaşı'nın ve izleyen yıllarda yaylaya gelin olarak gidiyor. O gün için fazla altın ve giyecek alamayan Dedem, Babaanneme sık sık altınlar ve kıyafetler alıyor. Babaannemi, Dedem hiç altınsız bırakmıyor. Yani İstanbul'a mal, kumaş ve manifatura malzemesi almaya her gittiğinde altın ve elbiseler getiriyor. Babaannemin kıyafetlerine bakınca, o dönemdeki kıyafeti (fotoğrafları da bulunmakta); başında fes (tepeslik), onun üzerinde küçük küçük altınlar; üzerinde üç etek elbise; ayaklarında kaloş denilen dış bir ayakkabı türü ve onun içinde topuklu mest bulunmaktaydı. Tacettin amcamın anlattığına göre, bazı zamanlar Babaannem, çarşaflı olarak dışarıya çıkardı. İki parçalı siyah çarşaf, altı etek, üstü örtü şeklinde olurdu. Sokağa ve çeşmeden su almaya gitmeden önce çarşafını giyerdi. Giyimine düşkün ve bakımlı olan Babaannem, kendi elbisesini kendisi dikerdi. Bazı fakir komşuların da elbisesini ücret almadan dikerdi. |
872 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |