Ruhun hesaplaşması Akıl ve kalp sahibi kul, var oluşunu düşünürken yaptıklarını sorgulamak ister. Bu kapsamda, nefsiyle, benliğiyle, ruhuyla yaptıklarını muhasebe eder. Böylece aslında kişi, kendini hesaba çekmektedir. Yaptıklarını ve yapamadıklarını tefekkür ederek, onlar üzerinde yoğun bir hesaplaşma içine girer. Bu hesaplaşma, hakikatte kendisiyle bir yüzleşmedir. Yüzleşme, kendi kendisini otokontrole tabi tutmasıyla sonuçlanır. Özdenetim diyebileceğimiz otokontrol, akıl, irade ve kalple yapılmaktadır. Bu çerçevede nefsin arzu ve isteklerinin, meşruiyet çizgisindeki hâli de sigaya çekilecektir. Kendi eylemlerimizin, meşru ve ölçülülüğü içerip içermediği, Hakk’ı görüyormuş gibi, hareket etmemize bağlıdır. Hz. Peygamber’in(s.a.v.) huzuruna Dıhyetü’l-Kelbî şekline bürünüp gelen Cebrail ‘in (a.s.) sorduğu sorulardan birisi “İhsan nedir?” sualidir. Kutlu Peygamberimiz’in (s.a.v.) hikmetli ifadeleri, adeta muhasebenin fiilî durumunu tasvir etmektedir: “Allah’a O’nu görüyormuşcasına ibadet etmendir. Zira sen O’nu görmesen de O seni görüyor.” (Buhârî, İman, 37; Müslim, İman, 57). Hakk Teâla’yı görüyormuş gibi ibadet eden, hareket eden ve eylemlerde bulunan kimse, muhasebesini gerçekleştiriyor demektir. Yani büyük hesap gününden önce yapıp ettiklerini hesaba çekiyor. Hayır ve şerrin gelir-gider dengesini teraziliyor, tartıyor. Kazanılan ve kaybedilenlerin dengesini bulmaya çalışıyor. Nefsin muhasebesi, bazı irfan ehli nezdinde daha ileri götürülmektedir. Kimi ârifler, niyet ve düşüncelerini bile hesaba tabi tutmakta olduklarını bildirmektedirler. Hüsn-ü zan, yani iyi niyet beslemek, iyi düşünmek, hayırla ve müspet şekilde bakmak… Kıskançlık, çekememizlik, su-i zan, gıybet ve dedikodudan uzak, hayır dilemek ve hayırla görmek için aklımız ve nefsimizle hesaplaşmalıyız. Arzu ve hazlar, nefsi tanrılaştıran en önemli hastalıklardır. Denilmektedir ki, “nefis insanın yaptığı kötülüklerin ilk ve temel kaynağıdır.” Şu halde soru açıktır. Hz. Ömer’in dediği gibi; “Bugün Allah için ne yaptın?” Belki soruyu tersine çevirmek gerekir. Bugün kendimiz için ne yapmadık? Önce Allah, sonra yarattıkları için neler yaptık? Muhasebenin başı Allah korkusudur. Her şeyden haberdar olan el-Alim, her şeyi gören el-Basîr ve her şeyi duyan es-Semi’, bizi gözettiği ve takip ettiği için korkmak, sakınmak ve utanmak gerekir. Şeytan ve şehvetin şerrinden, aldatmasından ve vesvesesinden kurtulursak, hesaplaşmada önemli bir mesafe alabiliriz. Aksi taktirde nefsin dalaletinden aklın şaşkınlığına düşme tehlikesi ortaya çıkar. Kendini kınayan, pişmanlık duyan nefis, tövbenin ipine sarılarak dirilişin hesabına hazırlanmaktadır. Gafletten kurtulup, huzura kavuşmak, kitabı sağ tarafından verilenlerden olmak için, hesaplarımızla hesaplaşmamız gerekir. Nasihat isteyen kimseye, Hz. Peygamber’in (s) öğüdü ne güzeldir: “Bir iş murat ettiğin zaman akıbetini iyi düşün, doğru ise ona giriş, eğer eğri ise ondan vazgeç.” Muhasebe, nefiste ve nefisle biter. Sorgulayan, kınayan nefis, şerlerden uzak kalan nefistir. İlahî emirlere uyup onları yerine getiren, yasaklardan yüz çeviren nefis, huzura erecek nefistir. Huzura eren nefis, muhasebe imtihanından başarıyla geçmiştir. Nitekim ârifler, nefsi öldürüp gömmek gerektiğini öğütlemektedirler. Nefsin arzu, istek ve hazları; bela, musibet ve marazlara sebep olmaktadır. Tövbe kapısından aşırı ve meşru olmayan arzular geçemez. Bitmeyen isteklerin muhasebe havuzunda arınması. istikamet için bir zorunluluktur. Kendimizi tevhid sorgusuna çekmeliyiz ki, şirkin tesiriyle kalplerimize kasvet ve karanlık düşmesin. Kalpler katılaşırsa, hesap ve muhasebe gerçekleşmez. O zaman başka hesaplar ve başkalarının hesabı zihinlerde yer bulur. Muhasebe, iyi niyet ve hayırlı amelle gerçekleşir. Niyetler ve maksatlar, Allah’a ve rızasına uygunluk gösterirse, kurtuluşun yolu açık olacaktır. Ancak kusur, ayıp, eksiklik ve noksanlıklar bize aittir, bizimledir. Mükemmellik ve üstünlük, Hakk ve dostlarıyla beraberdir. Başkalarının bize yaptıklarını büyütmek, gözetlemek ve takip etmek yerine, bunlara neden muhatap olduğumuzu sorgulamamız hayır kapısını açacaktır. Bizdeki eksikler ve hatalar, başımıza gelenlerin ana sebebini teşkil etmektedir. Kendi kusurlarımızı o kadar büyütmeliyiz ki, başka(larının) kusurları(nı) görmeyelim. Yanlış ve günahlarımızı büyütmek, tövbe kapısını kapatmak anlamına gelmez. Pişmanlık ve mutlak tövbe, muhasebenin ön şartıdır. Kendi içimizdeki hesaplaşma, tövbenin gücüyle gerçekleşmektedir. Muhasebe, diğerkâmlık demektir. Başkasının yerine kendimizi koyarak düşünmek ve ona göre davranmak gerekir. ‘Kendine yapılmasını istemediğin şeyi muhasebe ederek, başkasına yapmaktan vazgeçmek’ esas ilkemiz olmalıdır. Muhasebe, sükutu gerektirir. Az ve hayır konuşmak, az gülmek, az yemek, az uyumak muhasebenin şartlarındandır. Aksi takdirde ölü kalpler dirilmez, şaşkın akıllar hakikati bulamaz, benliğin kölesi olmuş nefisler mutmain(tatmin) olmaz. Muhasebe, tevazuuyla istikametine ulaşır. Hakk’a karşı kul ve köle, yarattıklarına karşı adil ve cömert olmak hesaplaşmanın gereklerindendir. Nitekim ruh, muhasebeyle güzelleşir, bedeni terbiye eder. Maddi kirlerinden temizlenen cisim, ruhun mahpus halini sonlandırır. Ruhun özgürlüğü, muhasebenin hedefine ulaştığını gösterir. Böylece ruhun, tezekkür ve tefekkürle muhasebesi tamamlanır.
Muhasebe, güç ve kudret ister. Bu güçle, insan öfkesine sahip olur. En büyük pehlivanlardan daha güçlü bir güreşçiye dönüşür. Güç, beraberinde zenginliği de getirir. Böylece muhasebe zenginliğe tâlip olur. Ancak bu ‘zenginlik, mal çokluğuyla’ gerçekleşen bir zenginlik değildir. Hesaplaşma, ‘gönül zenginliği’ üzerinden başarıya ulaş(tır)ır. Rahmet ve merhamet, muhasebenin gönül yakıtlarıdır. Muhasebeyle yoksullar barınır, zayıflar güç toplar, mazlumlar haklarını elde ederler, idare edenler yönetilenler üzerinde adaleti sağlarlar. Erdem ve adaletle yapılan muhasebe, kanaat teknesinde yoğrulur. Gönül kazanında kaynar, aşk çırağında yanar, irfan ocağında pişer. Pişen ham nefis, muhasebesini tamamlayarak, kemalatâ ulaşır. Muhasebe insana, pişman olacak söz ve eylemi yaptırmaz. Sahip olmadıklarını başkasından istetmez. Hayırlı amelleri yaptığından dolayı, karşılık beklemez, beklentiye girmez. Çünkü hesaplaşma kendisiyledir. Hayır ve iyilik, kendisi dışındaki herkesedir. Yaratan’ın halk ettiklerinden bir bedel istenir mi? Zira ücret bekleyenler, nankörlüğün sarmalında hesaplaşmayı hakkıyla yapamazlar. Karşılıksız vermek, dağıtmak, infak etmek, muhasebenin ruhunda vardır. Vermelisin ki, Her Şeyi Veren karşısında mahcup olmayasın. İnfakla, kalp, gurura kapılmamalı; aksi takdirde nefsin muhasebesi kötürüm kalır, tamamlanmaz, ikmâl etmez. Musibet ve bela karşısında tevekkül, sabır ve metanet nefsin muhasebesini güçlendirir. Azgın benlik, hesaplaşmasını tamamlamadığı için, tanrılığa soyunmaktadır. Bilmelidir ki, Nemrud, Firavun ve Karun, muhasebe edemedikleri için, güç ve zenginlikleriyle helak olup yerle bir olmuşlardır. Muhasebe, helal ve haramı tartan en güzel hassas terazidir. Kazanç, kar, mal, rızık meşruiyetin çizgisinde olursa, özdenetim gerçekleşmiş demektir. Servet, muhasebeyle aklanır veya kirlenir. Hâsılı ömürler, muhasebeyle bereketlenir ve hayırlı uzun hayatlara dönüşürler. Hesaplaşmadan geçen bir ömür, boşa geçirilmiş, kaybedilmiş bir hayat demektir. Kazançlı bir hayat, Allah’a yakın olmakla elde edilir. Hakk’ın rızasını kazanmanın muhasebesini yapanlar, Yaratan’a şah damarından daha yakın olur. Rahman’ın dostu olmak, hayat muhasebesini tamamlayanların ulaşacağı bir mertebedir. |
391 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |