Batı’nın Vicdanı İnsan olmak, merhamet ve vicdan sahibi olmaktır. Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte Batı’da insanı yücelten ve öne çıkaran akımların varlığı bir gerçektir. Belki kökleri, Antik Yunan’a kadar dayandırabilecek olan hümanizm, Protagoras’ın “insan her şeyin ölçüsüdür” ünlü sözüyle insanı evrendeki tek ve en yüksek değer olarak kabul eder. Hümanizm, insanı geliştirip yüceltmeyi amaçlamış, dolayısıyla on beşinci yüzyıldan itibaren de felsefî, edebî, dinî ve siyasî yansımaları olan bir hareket ve anlayışa dönüşmüştür. Böylece var olanlar içinde en değerli olan varlık, insan kabul edilmiş ve bunun mottosu ‘insan sevgisi’ şeklinde yaygınlık kazanmıştır. Ancak modern zamanlarda cevabı aranan sorular bulunmaktadır: Bunlar; Kastedilen insan kimdir? Coğrafî ve ırkî anlamda değeri nedir? İnsan ne için ve neye karşılık feda edilir? Hangi ırklar gözden çıkarılabilir? Güçsüz ve zayıf insanlar için çaba göstermek gerekir mi? Fakir ve güçlü olmayan toplumların yitip gitmeleri mukadder midir? Elbette bu soruları çoğaltmak mümkündür. Ancak bizi ilgilendiren yönü, insanlığın küresel bir felaket, bela ve musibet olarak karşılaştığı koronavirüs(covid-19) salgınının insan, toplum ve devletler üzerindeki etkileri ve yansımalarıdır. Öyle görünüyor ki, koronavirüs salgını dünya tarihi için önemli bir milattır. Etkisiyle, bünyesinde büyük sosyal, siyasal, ekonomik, dinî, felsefî ve psikolojik değişim ve gelişmelere yol açacak bir potansiyele sahiptir. Dünya ve insanlığın tarihinde gerçekleşmiş olan küresel olaylar, sonuçları itibariyle büyük kiriz, kırılma ve dönüşümlere sebep olmuştur. İnsanlık tarihinde gerçekleşen evrensel anlamdaki büyük olayları düşündüğümüzde, ilk akla gelenleri; Nuh Tufanı, Hz. İbrahim’in tevhid mücadelesi, Hz. Musa’nın Firavun’a başkaldırışı ve İsrailoğullarıyla birlikte yaptığı büyük göç, Perslerle Antik Yunanlıların savaşları, Hz. İsa’nın ve Hıristiyanlığın gelişi, Batı Romanın yıkılışı, Hz. Muhammed ve İslâm’ın gelişi, İstanbul’un fethiyle birlikte Doğu Roma’nın son bulması-Ortaçağ’ın sonu/Yeniçağın başlaması, Fransız İhtilali, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı şeklinde söylemek mümkündür. Elbette bu hadiseleri çoğaltmak da imkân dahilindedir. İnsanı öne çıkarıp merkeze alan anlayışlar ve insan sevgisini yücelten felsefî paradigmalar; ırk, renk, etnik köken ve coğrafya ayrımlarına yönelerek, hayvanlar üzerinden ortaya atılan biyolojik Darwinizmle birlikte güç(lü olma) ve hayatta kalma dualitesine sıkışan sonuçlara ulaştılar. Bunun toplum ve ülke/devlet düzeyindeki yansıması ise, sosyal Darwinizm adı altında yok edilen, sömürgeleştirilen ve köleleştirilen halklar için kullanılmıştır. Nihayetinde güçlü, zengin ve sağlam olanların hayatta kalacağı bir düzen, ‘kutsal bir inek’ haline getirilerek insanlığa tartışıl(a)maz bir inanç ilkesi olarak sunulmuştur. Ekonomik değer, kapital ve para uğruna feda edilebilecek yaş grupları ve toplum sınıflarının, var oluş ve yok oluşlarını belirlemeye yönelen vahşi kapitalizm ve bunun öznesi Batı, bugün kendi içinde büyük zihnî, ahlakî ve vicdanî bir kriz/buhran yaşamaktadır. İspanya’da doktor, hemşire ve hastabakıcıların, koronavirüs salgını nedeniyle huzurevlerinde ölüme terk ettiği yaşlıların hayatlarını kaybetmesi, bunun en merhametsiz örneğidir. İspanya Savunma Bakanı Margarita Robles’in “ordu, bazı huzurevi ziyaretlerinde yaşlı kişileri tamamen terk edilmiş biçimde, kimi zaman yataklarında ölmüş halde buldu” (BBC News Türkçe-24.03.2020) ifadeleri, bir zamanlar insana gerçek değerin verildiği Endülüs Medeniyeti’nin (711-1492) yaşadığı topraklarda gerçekleşmektedir. Ekonomi ve zenginlik uğruna yaşlı, güçsüz ve zayıf olan hastaların ölüme terk edilmesini makul ve mantıklı gören anlayış, Fukuyama’nın ifade ettiği ‘tarihin sonu’nu getirmiştir. Bu son; Batı’nın vicdanın yok olduğu, dolayısıyla kapitalizmin ve liberalizmin iflasıdır. Diğer bu sonuç, Avrupa Birliği’nin sonudur. Zira şu ana kadar koronavirüs salgının en fazla ölümlere sebep olduğu ülkeler, bahsi geçen İspanya ve İtalya olmuştur. Ancak Avrupa Birliği, İtalya ve İspanya’ya yardım etmeyerek, onları kaderlerine terk etmiştir. Nitekim İtalya’nın eski başbakanlarından ve ana muhalefet partisi lideri Matteo Salvini’nin ifadeleri, Avrupa Birliği’nin sonunu ilan etmektedir: “AB'den nefret ediyor ve tiksiniyorum. Birlikten ziyade, yılanlar ve çakallar mağarası. Önce virüsü yeneceğiz, sonra dönüp AB'yi düşüneceğiz. Gerekirse teşekkür etmeden ayrılacağız.” (Sabah-27.03.2020) Zihinleri düşündüren bir başka olay ise, Akdeniz ülkeleri İtalya ve İspanya’ya yardım etmeyen birlik üyesi Almanya’nın, Fransa’dan hastaları kendi ülkesine taşımakta bir tereddüt göstermemesidir. Son olarak Batılı ülkelerin gemi alıkoyma, kaçırma, daha doğrusu deniz korsanlığına yönelmesidir. Bu çerçevede tıbbı cihaz ve malzemelerle dolu gemilerin, Batılı devletler tarafından kaçırılıp el konulmasıyla ilgili bilgiler, ajansların dünyaya duyurduğu hadiseler arasında yerini almaya devam etmektedir. Tunus Ticaret Bakanı Museylini’nin şu sözleri, maalesef Batı’nın içinde bulunduğu narsist ve pragmatist ruh halini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır: “İtalya tarafından Tunus’a giden dezenfektan taşıyan bir tıbbi alkol gemisine el konuldu. Tüm Avrupa ülkeleri bir histeri yaşıyor. Hepsi koronavirüs (covid-19) korkusundan tıbbi ekipmanları çalıyor.” Benzer bir örnek olayda ise, “Çekya makamları geçen hafta Çin'in İtalya'ya gönderdiği ve Losovice kentinde sevk için bekleyen 110 bin maskeden oluşan tıbbi yardıma el koymuştu.” (Sabah-25.3.2020) Şu halde Batı’nın vicdan ve merhametini kaybettiği bencil ve vahşi uygulamalarını anlatmak için, yirminci yüzyılın başındaki Osmanlı münevverlerinin yazdıklarına bakıldığında onların da “çakal ve sırtlan”, “tek dişi kalmış canavar” ifadelerini kullandığını görmek tarihin bir ironisi olsa gerektir. |
361 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |