Siyasal Aklın Tarihle İmtihanı
‘Coğrafya kaderdir’ diyen İbn Haldun’a ‘tarih kaderdir’ cevabını vermek ne kadar doğru olurdu bilinmez. Anadolu ve Ortadoğu coğrafyası, bir bedenin kalp ve beyin organları gibi, İslâm coğrafyasının en önemli stratejik merkezleridir. Onlar, Mekke ve Medine’nin kardeşleri, Bağdat, Şam, Basra, Kurtuba, Kahire, İstanbul, Taşkent, Semarkand, Buhara, İsfahan ve Tebriz gibi kadim İslâm havzalarıdır. İslâm medeniyetinin Abbasilerden sonraki en büyük temsilcisi Endülüs’tür. 1492 yılında Endülüs’ün İslâm yurdu olmaktan çıkması, Kostantıyye’yi fetheden Osmanlı’nın medeniyet sancağını almasıyla devam etti. Sultan Mehmet’in İstanbul’u fetheden “güzel asker ve komutan”lığı sonrası, Osmanlı’nın inşa ve ihya faaliyetleri bütün Anadolu, Balkan, Kafkas ve Ortadoğu’yu kapsayacak şekilde büyük bir ‘terakki’ye dönüştü. Osmanlı’nın imparatorluk haritasının nihaî genişliği, Roma’nın hakimiyeti altındaki yerlerin genişliğiyle büyük bir benzerlik taşımaktadır. Doğu Roma’yı tarih sahnesinden silen Osmanlı, büyük bir devlet geleneği oluşturur ve imparatorluk kurar. 17. yüzyıla kadar genişlemesini sürdürmüş olan Osmanlı, üç kıtaya yayılmış, kurumlarıyla küresel devlet sistemini hayata geçirmiştir. Ancak imparatorluğun toprak kaybetmesi, parçalara ayrılması ve küçülmesi, nihayetinde onun devamı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. 19. yüzyıldaki kan ve toprak kaybı, Osmanlı’nın parçalanma ve yıkılma sürecini hızlandırmıştır. Bu yüzyılda 1877-78 Osmanlı Rus savaşıyla başlayan, akabinde Trablusgarb (1911-1912), Balkan (1912-1913), Suriye Cephesi (1917) ve Birinci Dünya savaşıyla (1914-1918) imparatorluk, yaklaşık yarım yüzyıl aralıksız savaşlarda heba oldu, yıkıldı. Adeta yedi düvele karşı yedi cephede savaştı. 20. yüzyılın başında doğuda Ruslar, batıda Balkan ülkeleri (Yunan, Bulgar, Sırp), güneyde İngilizler ve diğer devletlerle ölüm kalım mücadelesi yaptı. Birinci Cihan Harbi sürecinde Çanakkale Savaşı’nda binlerce eğitimli eğitimsiz gencini şehit olarak vermiştir. Osmanlı’nın çok cephede savaşması onun güç, kudret, iaşe, koordinasyon ve yönetimde zafiyetlerin oluşmasına sebep olmuştur. Aradan yüzyıl geçtikten sonra, Türkiye Cumhuriyeti, kendi teknolojisiyle savunma ihtiyacının yüzde yetmişini karşılayacak bir seviyeye ulaştı. Ancak dikkat edilmesi gereken bir hususu belirtmek gerekmektedir. Bugün Türkiye, Irak, Suriye, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya, Somali, Ege ve Karadeniz olmak üzere birçok yerde mücadele ve savaş vermektedir. Bu kadar çok cephede bulunması, ülkemizi bir takım ekonomik ve askerî zafiyetlere açık hale getirme riski taşımaktadır. Yüzyıl öncesinin acı tecrübelerini ve yaşadıklarımızı bir de bu gözle bakarak, ülkemizin bugününü inşa etmek hassasiyet gerektirmektedir. Siyasal akıl, günübirlik plan ve projeler yerine uzun vadeli, güncellemeye elverişli çalışmalar yapmak zorundadır. Bir asır öncesinin olayları, olguları ve aktörleri bugünle ne kadar birebir örtüşmekte ve benzerlikler taşımaktadır. İmparatorluk bakiyesi olan Türkiye’yi, zaman ve tarih göreve çağırmaktadır. Hatta daha ilerisini ifade etmek gerekirse, uluslararası ilişki ve mücadeleler, ülkemize tarihi vazifesini hatırlatmaktadır. Tarihin ve mirasın zorlaması ve itmesi, Türkiye’ye geçmişini düşündürmektedir. Ülkemizin siyasal aktörlerinden ziyade, geçmişin bugünü zorlaması, Türkiye’ye kendi toprakları içinde kalma özgürlüğü bırakmamaktadır. Son olarak şunu söylemek gerekir ki, tarih boyunca kesintili olarak toplamda 25 yıl gibi uzun bir süre birbiriyle savaşmış olan iki millet ve devlet Osmanlı ve Ruslar, bugün en çok kendilerine zarar verecek eylemlerle karşı karşıya gelme riski taşımaktadırlar. Rusya ve Türkiye, büyük stratejik ve küresel yatırımlara girişmiş iki önemli komşu ülkedir. Galibi olmayan bir mücadele atmosferi, hem Rusya’ya hem de Türkiye’ye tamir edilemeyecek hasarlar verir. Rusya’nın dünyaya açılan ve nefes aldığı en önemli kapı Türkiye olmasına rağmen, onu Suriye olayıyla sıkıştırması aklın ilkeleriyle açıklanamayacak kadar gariptir! İsrail Başbakan’ın, geçen yıl Rusya’ya yaptığı bir düzine ziyaret, bu garipliği açıklayacak tek argüman gibi görünmektedir. Aksi taktirde Rusya, kendi çıkarlarını düşünmeyecek kadar ‘acar’ bir ülke değildir. Açıklanması zor bir soru da, Rusya’nın kontrol ettiği Suriye hava sahasını İsrail’in hava gücünü kullanmasına izin vererek, orada bulunan İran milis güçlerini vurmasına neden müsaade etmektedir? Yaşananlar gösteriyor ki, siyasal akıl, dün, bugün ve geleceği bir bütün olarak değerlendirerek tarihle imtihanından başarılı çıkmalıdır. |
388 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |