Mahir Ustanın Sıcaklığı Somuncu Baba, gerçek ismi Şeyh Hamid-i Velî, Bursa’da Hakk’ın nimetlerinden beyaz unlu elleriyle ekmek yapıp, ak gönlüyle fakir, yetim, öksüz ve muhtaçlara dağıtırmış. Onun fırınında hiç somun eksik olmazmış, bereketi bütün mahalleye hatta kadîm şehir Bursa halkını doyururmuş. Bu, sadece aç olan karnın doyması değil, aynı zamanda gönül, kalp ve aklın nimetlerden nasiplenmesidir. Anlatılanlara göre, Hz. Âdem yasak ağacın meyvesini tatmasıyla ilk günah işlemesi ve ilahî emri dinlememesi (veya unutması) aynı anda vuku bulmuştur. Ancak yeryüzüne indirildiğinde, Hz. Âdem, Cebrail’in ilahî ikram olarak ekmesi/yetiştirmesi için getirdiği buğday tohumlarına sahip olmuştur. İşte o buğday taneleri, insanoğlunun nesilden nesle devam eden ekin ekmesi ve bunu hasat edip değirmende un haline getirip ekmek yapıp hayatını sürdürmesine vesile olmuştur Kızgın ve narlı ateşte ekmekleri pişiren Somuncu Baba gibi, Hz. Mevlânâ da ruh ve bedenini ham iken pişirmiştir. Pişmekle kalmamış, yanmıştır. Bu yanış, aşkullahın verdiği muhabbet aşkıdır. Aşk, yanmak ve yakmakla gerçekleşir. Somuncu Baba, ekmekleri pişirerek yanmış ve kemâlâtını tamamlamış, Hz. Mevlânâ da medrese ve dergâhta talip ve müritleriyle ikmal basamaklarında yanmış ve kavrulmuştur. Artık onu yakacak başka bir şey kalmamıştır. Anlatacağım fırın, Pîrlerin ve Velilerin yanması gibi, yüreklere sekinet veren bir yere mekânlık yapmaktadır… İşte bir yatsı ezanı sonrası, insanların hayatta kalması için var olan fırınlardan birisine yolum düştü. Bu fırın, Ahmet Yüksek Özemre’nin Bir Attar Dükkânı olarak anlattığı ve yine Üç Sırlı’nın (Üsküdar’ın Üç Sırlısı) yaşadığı medine, Üsküdar’da. İcadiye semtinde, hem de mütefekkirimiz Cemil Meriç’in adının verildiği sokakta, mahalle halkıyla adeta içi içe geçmiş şirin bir köşesinde nöbetini bekleyen asker gibi, akşamı geceye bağlayan saatlerde, ara vermeden süren uzun bir dersten sonra, eve dönüşte karşılaştım bu fırınla… Daha önce yakınlarımdan lezzetli tostlarıyla methini duyduğum fırının müdavimleri, civar sokak ve mahallerde bulunan üniversitelerdeki öğrenim gören, kısıtlı harçlıklarıyla karınlarını doyuran ve öğünlerini geçiren öğrencilerdir. Hakk Selamı’yla girdiğimizde fırının sıcaklığıyla birlikte bu şirin fırının güzel yüzlü işletmecisi, bizi adeta bir dost ve akraba gibi tebessümle karşıladı. Akların bulunduğu fırında ak yüzlü nurlu bir sima bizi adeta dost meclisine çağırmaktaydı. Yanımda oğlum olduğu halde, fırının sıcaklığı, içinde bulunan ismini sonradan öğrendiğim Mahir Usta’nın gönül diline yansımıştı. Malumdur ki, ateşin yakıcı özelliği olduğu gibi, temizleyici ve iyileştirici özelliği de bulunmaktadır. Ak hamurların kızarmış somuna dönüştüğü bu fırının sahibi Mahir Usta ile yıllardır tanışıyormuşuz gibi, sohbete başladık. Aslen Rize Çayeli’nde doğan gönül Usta’mız, uzun yıllar önce İstanbul’a taşınmış. Ben de Konyalı olduğumu söylediğimde, özlem ve pişmanlıkla karışımı bir “ah” çekti ve konuşmasına devam etti: “Hz. Mevlânâ’nın şehri Konya… Konya’ya gittim ama Pîr’i ziyaret edemeden döndüm.” Ziyaretin neden gerçekleşemediğini sorduğumda, iki elini ve kolunu dirseklerinin seviyesine kaldırarak biraz da söylemekten çekindiğinden midir bilinmez. “Bilmem…” dedi. Söylemek istiyordu. Ancak kendisinde kalması gerekenler varmış gibi davranıyordu. Ben de öğrenmek merakıyla fazla üstelemedim. Herhalde kendisine göre, birtakım gerekçeleri vardı. Sohbet sırasında tostları sipariş verirken konuşmamızı da sürdürdük. Tostların geç olabileceğini düşünerek vazgeçmeyi istesek de, Mahir Usta bizi bırakmadı. Beş dakikaya kadar tostların çıkacağını söyledi. Bayat ekmek olması gerekiyordu, tost için. Raftan iki bayat ekmek aldı, onları nizamı bir şekilde kesti. Akabinde aç olan insanların karınlarını kazınmasına benzer şekilde, Mahir Usta, bir ekmeği ikiye ortadan eşit bir şekilde böldü, ortalarını bıçakla açtı. İçini isteğe göre, sucuk, kaşar veya kavurma konması için ilgili arkadaşına verdi. Aynı fırından İstanbul’da bir ve çevre bir ilde de bir başka şubesi olduğunu söyledi. Tost makinası kullanmadan katıkları dahil edilmiş ekmekleri olduğu gibi fırının içine koyan Mahir Usta, 3-4 dakikaya kadar pişeceğini söyleyerek, acıkmanın verdiği sabırsızlığımızı fark etti. Arabayı iyi yerde park edememek ve akşamın saat onlarına yaklaşan zamanı, bizi sıkıştırmaktaydı. Mahir Usta’nın sıcak yüreği gibi, sevgi kokan sıcak ekmekler/tostlar bir tarafı yenmek için özel açılmış kesekağıdı konulmuş şekilde adeta üşümemesi(!) için bize verildi. Oturacak bir yeri olmayan, (çünkü bir fırındayız) bu mekânda Mahir Usta, içeride fırının hemen dibini konmuş bir koltuk ve oturak olan kısma yanmamız ve pişmemiz için bizi mahrem alanına davet etti. Sıcak tostlarımızı yerken, Mahir Usta’nın biraz önce verdiği demli ve güzel dostluk kokan çayları da içtik. Unutmadan söylemem gerekir ki, tostların pişmesi esnasında fırınlar artık “unlu mamüller” dükkanları oldukları için, yapılmış üzümlü kek ve pastalardan kifayet nispetinde satın aldık ve ayak üstü tattık. Eşimin ve bendenizin üzümlü keklere olan ilgisi, bizi onlardan almaya yöneltti. Hâsılı efendim… Mahir Usta’yla konuşmayı sürdürürken Rize’ye gidip gitmediğini sorduğumda yazları çay sezonunda gittiğini söyledi. Rize’yle bağının kopmadığını anladığım Mahir Usta, fırını kapatıp da sık sık Rize’ye gitmenin mümkün olmadığını hayıflanarak çaresiz bir şekilde söyledi. Fırıncının tatili yoktur, dedi Mahir Usta. Yetmişli yıllarda İstanbul’da fırıncılar için nöbetçi fırınlar olmak üzere pazar günleri tatil yapılmış, ancak bu uygulama uzun ömürlü olmamış, zaman içerisinde bazı kimseler bu sistemi delmiş. Ben de, Konya’da ve babam, annem, kardeş ve akrabalarımın ikamet ettiği Bursa’da da bayram günlerinin ilk iki gününün tatil olduğunu Mahir Usta’ya söylemeden duramadım. Konuşma sıcak ve samimi bir şekilde sürerken, tostlarımızın son kalanlarını bitirdik. İlk defa karşılaştığımız güzel insan Mahir Usta’dan Ahilik ahlâkı üzerinde mesleğini sürdüren bir Anadolu esnafının samimi ve bereketli sohbeti bendenizi mest etti. Avm, süper ve hiper marketlerin soğuk ve mekanik zorunlu insan ilişkileri düşünüldüğünde, Kabe toprağı kabul edilen Üsküdar’da, bir fırında muhabbet ve gönül dilini tecrübe etmek içimizi sevinçle doldurdu, gönlümüzü genişletti ve şenlendirdi. Ayrılırken ilk defa tanıştığımız Mahir Usta’nın temiz ve güzel/güler yüzüyle sarıldık, tokalaştık ve musafaha ettik. Onu gecenin saat on ikilerine kadar devam edecek mesaisiyle baş başa bırakarak, ellerimizde gönül kek ve pastalarıyla hanemizin bulunduğu Çekmeköy’e doğru yollandık. |
346 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |