Mevlânâ, Sadık Köpek ve Vefâsız İnsan
Sıradan insanlar için vefâ gibi erdemler belki büyük bir mana ifade etmez. Halkın içindeki Mevlânâ, bunun farkındadır. Onun nezdinde vefâkâr öyle bir kişidir ki, bu vefâsını ve bağlığını kimseye fâş etmez, gizler, kendisine saklar. Demirdeki su, taştaki ateş ne ise, âşıklar için vefâ kokusu da aynı öyledir. Ki, bu koku, ehlince duyulur ve hissedilir. “Bir zamanlar, halk arasında eğleşip, onlarla beraber oturup durdum. Ben, onlardan ne bir vefâ kokusu aldım, ne de onlarla bir vefâ rengi gördüm. En iyisi halkın gözünden, demirdeki su, taştaki ateş gibi gizlenmeliyiz.” (Mevlânâ, Rubailer, no: 1208) Gönül Sultanı Mevlânâ, dostlarına karşı her dâim büyük vefâ ve sadakat içinde olmuştur. Onun için, ‘sevgide çekilen cefâda binlerce vefâ var’dır. Hz. Mevlânâ, vefâsız gönülleri anlatmak için akıl sahibi olmayan hayvanlar üzerinden bir temsil kullanır. Ona göre, köpekler bile serserilik ederek, kaldıkları evlerden ayrılıp bağlarını kopardıklarında mahalledeki diğer köpeklerin vefâ dersi verip uyardıklarını ifade eder. Pir de ikaz eder: Fayda gördüğün kapıya bağlan, nimet verdiğinden dolayı Hakk’ı gözeterek o kapıdan bağını kesme. O hayat kapısının vefâ bekçisi ol. Unutma ki vefâsız serseri köpeği, mahallenin ehlileştirilmiş köpekleri ısırmadan bırakmazlar. “Köpekler bile mahallelerine gelen serseri köpeklere ‘ilk evden gönül bağını koparma’ diye öğüt verirler: Kemik yemiş olduğun ilk kapıya sımsıkı sarıl. O nimetin şükrünü yerine getir. Hakk’ı gözet, o kapıdan ayrılma… İlk kapışan gitsin ve orada kurtuluşa ersin diye o serseri köpeği terbiye etmek için ısırırlar. Onu ısırırlar da; ‘Git, ey şaşkın köpek, velinimetine isyan etme’ derler. O kapıya halka gibi bağlan, o kapının çevik, atik bir bekçisi ol.” (Mevlânâ, Mesnevî Tercümesi, çev: Şefik Can, III-IV, Beyit: 315-319) Her hâlükârda vefâsızlık etmek, serseri köpeklere özgü bir nankörlüktür. Vefâlı olmak, köpeklere mahsus bir özelliktir. Mevlânâ, onun için diyor ki, köpekler için bile vefâsızlık bir ayıp ve kusur olduğu halde, sen bir insan olarak nasıl da vefâsız olabilirsin. Nitekim Hakk Teâlâ, vefâ göstermekle zatını övdü. Hakikatte Hüdâ’dan başka kim ahdine vefâ gösterdi. Hâkimler Hâkimi’nin hükmüne karşı koyana vefâlı olmak, bizatihi vefâsızlıktır. Alemlerin Rabb’in hakkı, bütün haklardan üstündür ve ondan önce gelir. “Bizim vefâsızlığımıza örnek olma, vefâsızlık edip boş yere vefâsızlığı açığa vurma. Çünkü vefâlı olmak, köpeklere mahsus bir huydur. Sen vefâsızlık ederek köpeklerin adını kötüyü çıkarma. Vefâsızlık, köpekler için bir leke, bir ayıp olduğu halde, sen nasıl oluyor da insan olarak vefâsızlık gösteriyorsun? Cenâb-ı Hakk da vefâ göstermekle övündü de ‘Bizden başka kim, ahdine vefâ gösterdi’ diye buyurdu. Hakk’ın haklarını reddedene, saymayana karşı vefâlı olmak, iyi bil ki vefâsızlığın tâ kendisidir. Hiç kimsenin hakkı Allah’ın haklarından önce gelemez.” (Mesnevî Tercümesi, III-IV, Beyit: 320-324) Vefâsızlık, Mevlânâ’nın nezdinde yok olmakla birdir. Vefâsız olmaktansa keder ve hüzün dünyasında boğulmak daha iyidir. Yaşamak, vefâsız için en büyük lütuftur. Pîr için, dünyanın kendisi bizatihi vefâsızdır. Vefâsız dünyada Mevlânâ için en vefâlı dost, gam, keder ve hüzündür. “Vefâsız gönül, gamlara batsın, yasa bürünsün, kimde vefâ yoksa, o kişi dünyada yok olsun, yaşamasın daha iyi. Gördün ya, beni dünyada dertten başka kimse hatırlamıyor, bu vefâsız dünyada benim en vefâlı dostum kederdir.” (Mevlânâ, Rubailer, no: 490) Mevlânâ ahlâkında vefâsızlık büyük bir gaflettir. Bu hale sahip olan onun gözünde her dâim keder ve matem içindedir, değilse bile olmalıdır. Vefâsız kişi, âlem için bir fazlalık ve züldür, bu dünyada onun hayatını sürdürmesine izin yoktur. Dünyada kimsenin hatırlamadığı zavallı gariplerin yaşadığı dert ve keder, Rumî için, vefâlı bir dost hükmündedir. Bundan dolayı vefâlı aşkın derdi, ondan övgü almaktadır. |
519 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |