Dedemin Dükkânında Hasbihâl 06.06.2019 00:02 Dedem, cemiyet içerisinde olan âdil bir insandı. Anlaşmazlık içerisinde bulunanlar, âkil bir insan olarak Dedeme gelir, adeta bir kâdı gibi hakemlik yapması ricasında bulunurlardı. Dedemin adaletli duruşuna karşı, onun yanına şikâyet eden de, şikâyet edilen de, haksızlığa uğrayan da haksızlığa uğratan da gelirdi. Dedem, onları birbirini düşürmeden, kin ve nefrete fırsat vermeden âdil ve hakkaniyetli bir şekilde çözümler üretirdi. Kız alıp vermek konuları, evlerinden kaçan âşık gelin ve damat adayları ve onların aileleri, Dedemden “akıl almaya” gelirler meseleyi sulh içinde çözmesini talep ederlerdi. Borcu olanlar, hastası olanlar, parası olmayanlar, Dedemin destek ve yardımlarını isteyenler manifatura dükkânının müdavimleri arasındaydı. Dedemin dükkânı, yerine göre sorunların çözüldüğü ve hükümlerin verildiği bir mahkeme salonu, yerine göre ailelerin temellerinin atıldığı bir evlendirme dairesi, yerine göre borcu olanlar (karz-ı hasen) veya parasını emanete bırakanlar için bir finans kurumu, yerine göre maddî ve manevî rahatsızlıkların tedavi edildiği bir hastane gibiydi. Hâsılı, orası bir okul, ocak, tekke, üniversite, şifahane idi. Dedemin veresiye almak isteyenler (ve istemeyenler) için kalın siyah kaplı bir ‘alacaklı defteri’ bulunmaktaydı. İnsanları borçlarından dolayı sıkboğaz edip sıkıştırmazdı Hacı Dedem. Ancak borcunu gücü olduğu halde ödemeyenlere çok kızardı. Ödemeyenleri belki defterden silmezdi ama, onları borçlarını ödemiş gibi zihninden silerdi, yanlış hatırlamıyorsam ‘zekat’ olarak düşünürdü. Müşterilerin ikna olmadığı ürün fiyatlarında, Dedem, asla yemin etmezdi, edilmesini de sevmezdi. Alışveriş içerisindeki ikna etme ifadeleri olarak “Hakkat, inan ki” ifadeleri zihnimde kalmış sözlerdi. Manifaturacıların en önemli ölçü aleti, iki ucu da metalle kaplanmış boyu yüz santimetre olan ahşap metrelerdi. Dedem, çocukların ve insanların bununla oynamasına fırsat vermezdi, eline alanlardan hemen alırdı ve uçlarının yere konulmasına ve sağa sola vurulmasına asla rıza göstermezdi. Zira o bilirdi ki, metrenin ucundaki az bir eksilme, eksik ölçmeye sebep olacaktır ki, bundan dolayı Allah’tan korkardı. Bazı zamanlar, çok miktardaki ölçümlerde hak geçer kaygısıyla fazladan kumaş ekleyip keserdi. Ölçümünde şüpheye düştüğü hesaplamalar olduğunda, içi rahat ve huzurlu olması için erinmeden kumaş veya bezi tekrar ölçerdi. Dedemin kumaşı ve dokuma bezi kesme aşaması, bana hep bir heyecan vermiştir. Burada da hakkaniyetle davranmakla önemlidir. Eğri kesmek ve müşterinin hakkına tecavüz yanlış ölçüyle gerçekleşebilir. Bundan dolayı Dedem kumaşı ve bezi düzgünce katlar, siyah büyük elin sağlamca kavradığı terzi makasıyla bir çırpıda düzgün bir şerit halinde keserdi. Bazı zamanlar, cinsine göre ürünün bir tarafından beş on santimetre keser, daha sonra iki ucundan elleriyle ayırarak kesme işlemini tamamlardı. Tüm bu işlerde Dedemin en önem verdiği husus, hakkaniyet olmuştur. Dükkânda yapılan sohbet ve muhabbetlere, biz çocukların kahvehaneden söylediğimiz çaylar eşlik ederdi. O çaylar, konuşmalara tat verirdi. Dedemin her dâim, suyunu dışarıya yansıtıyormuş gibi terleme yapmış bir testisi olurdu. Topraktan yapılan testi, suyu soğuturdu. İlçemiz Yunak’ın Karataş denilen bölgesinden gelen şeker tadındaki suyu anlatmak mümkün değildir. Dedem, genelde kendi işini kendisi yapar, ayakkabısını kendisi boyar, başkasına yük olmayı sevmezdi. Ancak eski bir gelenek olarak belki de, susadığı veya susamadığı (zira suyu çok severdi) zaman suyu vermemizi bizden isterdi. Ama öyle bir isteyiş ki, bu, insana verilen değeri tüm güzelliğiyle ortaya koyan bir zarafetle, ‘senin elinden su tatlıdır’ ifadesiyle sübut bulurdu. Çok sevdiği sudan ziyade, onu verene, yani size yapıyor iltifatı ve hürmeti… Hani ulu babalarımızın dediği gibi, ‘senin elinden zehir olsa içerim’ sözleri, güven ve itimadı ne güzel ortaya koyuyorsa, ‘sen verdiğin için su tatlıdır’ anlamına gelen bu sözler de insana verilen değeri göstermektedir. Dedemin dükkânında kış günleri daha bir güzeldi. Zira dışarıda soğuk ve tipi halindeki bir hava olması, gelen müşteri sayısını da azaltırdı. Dolayısıyla kendisini ve çevresini zor ısıtan gazlı sobanın etrafında Dedem, ellerini ısıtmak için sobanın üst tarafında onu çevreleyen alüminyum kuşağa ellerini sürerdi. Bir taraftan da gelen ziyaretçilerle tatlı, koyu bir sohbetin içerisinde muhabbet ederdi. Sohbeti tatlı, muhabbeti bal gibi kendisine hayran bırakan seviyeli ve hikmetli konuşmalar, Dedemin ağzından dökülürdü. Dedemin dükkânı, sadece namaz vakitlerinde ve Pazar günleri kapatılırdı. Hele pazartesi günleri, bir esnaf olarak onun için, altın değerinde olurdu. O gün ilçenin de pazarı olduğundan dolayı civar köy ve ilçelerden gelenlerin haftalık geliş günleriydi. Bir esnaf için de pazartesi, pazarıyla birlikte kıymetli bir gündü. Ancak namaz saatlerinde Dedem, namazını ertelemez, asla kazaya bırakmaz, geciktirmez, mutlaka cemaatle camide kılardı. Karanlığın çökmesi ve camiden gelen akşam ezanını okuyan müezzin Hacı Hasan Efendi’nin davudî sesiyle ekmek teknesi kapatılır, dünyevî âlemden görünmeyen âleme yolculuk başlardı. Dedemin dükkânındaki alışveriş, sohbet ve muhabbet yerini Allah’ın evindeki Kelâm-ı Kadîm’e bırakırdı. |
361 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |