Müslüman Aklı ve Batı Aklı Hayal-Teori-Tecrübe İslâm âlimleri ile Batılı bilginler arasında, yöntem ve anlayış farklılıkları bulunmaktadır. İki kültür ve medeniyetinin, insan, tabiat ve tanrı tasavvurları arasında derin ayrılık noktaları gözlenmektedir. Uzun yıllar Avrupa’da kalıp, kadîm tarihin yazmaları üzerinde bir ömür boyunca ve heyecanla çalışan Fuat Sezgin, iki kültürel bakış açısını daha insaflı/objektif olarak değerlendirmektedir. Ona göre, Batılı bilim insanı, ‘biraz atılganlık biraz da şarlatanlık’ içerisindedir. Ancak Müslüman bilim adamı daha dingin ve sâkindir. Örneğin Birûnî, çok tedbirli ve derin çalışan bir bilim adamıdır. Kepler ile İbn Heysem’i karşılaştıran Fuat Sezgin, İbn Heysem’i tekâmül duygusu fikri çok derin olan bir insan olarak tanıtmaktadır. İbn Heysem, ‘yeni bir fikir’ arayışı içerisindeki bir âlim iken; Kepler, ‘daha aceleci ve daha çok gösterişçi’ bir bilim adamıdır. Kepler’e de, İbn Heysem’e de hürmeti olduğunu söyleyen Sezgin’e göre, Latin dünyası, Avrupa dünyası farklı tipler ortaya çıkartmıştır. Müslüman dünya ise, daha başka tipolojide insanı bilim dünyasına kazandırmıştır. Sezgin’e göre, Latin dünyasının bilim alanında referans verme alışkanlığı yoktur. Ancak Müslümanlar, bir bilgi, fikir veya icadın kime ait olduğuna bakmaksızın, kaynaklarını ve referanslarını doğru bir şekilde vermiştir. Bilim ahlâkı açısından bakıldığında Avrupa bilim aklı, saldırgan ve kışkırtıcı bir üslup kullanmaktadır. Sezgin, 16. yüzyıl literatürünün büyük bir ‘küfürbazlık’ içerisinde olduğunu söylemektedir. O, tenkitlerden ziyade ‘küfürbazlığın’ hâkim olduğu Avrupa bilimindeki, “o sersem adam”, “o, hiçbir şey bilmez adam” gibi eleştirileri aktarmaktadır. Müslüman bilim aklı ise, müspet eleştiriler yöneltmektedir. Zira tenkit ahlâkının kaynağında Allah korkusunun tesirleri bulunur. Fuat Sezgin, kendisini bu sonuca ulaştıran sebepleri şu şekilde ifade etmektedir: “‘İnsaf mefhumu’, ‘âdil olma mefhumu’ var. Müslümanlar ise, ‘bu hırsızdır, benden aşırdı’ demiyorlar.” O, bu sonuca binlerce kitaba bakarak takip ettiğini ve gördüğünü ifade etmektedir. Çünkü Müslümanlar, çok ihtiyatlı eleştirilerde bulunmaktadırlar. Böyle bir durumun, Avrupa’da 21. yüzyılda bile bulunamayacağını ifade eden Sezgin, ‘ben hakikaten böyle bir medeniyete mensup olmanın gururunu yaşıyorum’ diyerek İslâm medeniyetinin farklılığını öne çıkarmaktadır. Batı aklının kaynak ve kökleri hususunda Fuat Sezgin, İslâm medeniyetinin özgün ve nitelikli eserlerini işaret etmektedir: “İtalya’ya büyük çapta İslâm bilimlerinin kitaplarını sokan Constantinus Africanus denen bir Arap’tı. Avrupalı kaynaklara göre Tunus’tan Sicilya’ya, oradan Napoli’ye gidiyor. Kendisinin Bağdat’ta tıp tahsili de var. O zaman Avrupa’da bilimsel tıp yoktu. Hıristiyan bir Arap olduğu düşünülen bu adam, gemiyle birçok kitap getiriyor, ancak bir kısmı denizde batıyor. Geriye 80 kadar kitap getiriyor ve kitaplarla bir manastıra kapanıyor. Latince’yi bilen diğer din adamlarıyla birlikte tercüme yapıyorlar. Constantinus Africanus 25 tıp kitabını Arapça’dan Latince’ye tercüme ediyor. Bu çevrilen 25 kitabın hiçbirisinin üzerinde Müslüman müelliflerinin isimleri yoktu.” Sonuçta Avrupalılar, 11. yüzyılda İtalya’da 25 tane çok önemli Arapça tıp kitabını tercüme ederler ve bunların 25’ini ya kendilerine ya da Yunanlılara nispet ederler. Müslümanlar, ihtiyaç duydukları bilgi ve bilimi kendi kaynaklarından sonra, yabancı hocalardan aldılar. Onlarla birlikte çalıştılar, komplekse girip aşağılık duygusu hissetmediler. Bilgiyi Aristo’dan alınca ona “Büyük Üstat” dediler. Müslüman bilim insanları, bu tavırlarıyla bilim kapılarını ardına kadar açtılar. “Oryantalistlere göre, Müslümanlarda ne tecrübe, ne teori tek başına yeterlidir. Müslümanlar için tecrübe kendinden önce bir teori tarafından desteklenmiyorsa ilmi hiçbir neticeye ulaştıramaz. Tecrübe tesadüfen değil, sistematik olarak kullanılmalıdır, bir teori tarafından desteklenmiş olmalıdır. Heinrich Schipperges adlı Alman bilgini, İslâm dünyasında uygulanan kuralı ortaya çıkardı: Teoriden önce hayal etmek çok mühimdir. Önce hayalinizde geliştireceksiniz, ondan sonra teori ortaya çıkacak, sonra da tecrübeyle desteklenecek. Bir de tecrübeyle teori arasında balans var ki Müslümanlar buna mizan diyorlar. Bunu bir kitapta şöyle tanımlarlar: ‘Tecrübeyle teori, bir atın üzerindeki heybe gibidir. Birbirine denk olması lazım… Biri diğerinden ağır basarsa atın sırtından düşebilir.’” (Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri) |
429 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |