Beraber Yemek (Yemek)-2 Bereketli sofra vakitlerinde şükretmek ve hamd etmek, kaynaşmanın en yüksek seviyesidir. O haldeyken ne kırgınlıklar kalır, ne de krizler varlığını sürdürebilir. Sevgi artar, neşe ve mutluluk çoğalır ve paylaşılır. Yaşanan problemleri konuşmak, güçlükleri yenmek/aşmak, anne-baba, çocuklar ve (varsa) dede ve büyük anne/babalarla, daha da kolaydır. Hala, teyze, amca, dayı ve onların çocukları, sofraları zenginleştiren bereket insanlarıdır. Güncel hadiseleri konuşmak, günü değerlendirmek, yaptıklarımızdan haber vermek ve almak, sofra meclislerinin gündemlerindendir. Bu anlamda, yemek anlarının, öğretici ve terbiye edici yönleri de bulunmaktır. Nezaket ve zarafet kuralları, birlikte yenen yemeklerle hayat bulur, tekrar hatırlanır. Beraber yenen yemekler, sadece bedenleri sağlıklı tutmaz, ruhları da eğitir, tımar eder. Birlikte yenen her yemek -modern psikolog ve psikiyatristlerin de sık sık ifade ve tavsiye ettiği gibi- bir ‘aile meclisi’ toplantısı olmaktadır. Kalabalık sofralar, yemeklerin enfes görüntüleri arasındadır. Malumdur ki, eskiden yemek(ler) azdı ve belki fazla çeşitli yemekler yoktu, bir çeşit yemek vardı, ama lezzetliydi. Şimdiki zamanlarda yemekler çok fazla ve çeşitli, ama eskisi kadar lezzetli değil. Dünyanın en güzel ve lezzetli yemeğini tek başına yediğinizde çok büyük bir tat almazsınız. Ancak sıradan, basit bir yemeği aileniz ve sevdiklerinizle veya kalabalık bir toplulukla yediğinizde büyük lezzetleri hisseder ve mutlu olursunuz. Eskiden mutlulukla paylaşılan sofralar, tat ve lezzetin çeşnileriydi. Hatırladığım kadarıyla dedemin -biz çocuklar olarak istemesek de, hoşumuza gitmese de- Kurban Bayramı sofralarına komşu ve akrabaları çağırması, bereketin ve hikmetin işaretleriydi. Annemin, perşembeyi cumaya bağlayan günlerde veya rüyasında vefat etmiş anne ve babasını gördüğü zamanlarda komşulara, yaptığı yemek ve tatlılardan göndermesi, günümüz insanın anlamasının zorlanacağı hadiselerdendir. Heyecanla ve lezzetle birlikte sofralarda yemek yemek, insanî varoluşun doyumsuz anlarıdır. Sofralarımız, eskiden yer sofrasıydı ve (mükemmelliğin ifadesi olarak) daireseldi. Veya İbn Haldun’un döngüsel tarih anlayışını -zorlama olsa da- ödünç alarak söyleyecek olursak, döngüsel sofralar vardı. Birbiriyle yan yana, omuz omuza sıcaklığı ve samimiyeti tüm varlığıyla “hakk el-yakîn” olarak yaşamak... Varlığı, var olmayı tüm benliğiyle, yani ruhuyla ve bedeniyle hissetmek... Bugün için, belki bize itici ve yüz buruşturucu gelebilir. Ama… Aynı kaptan, kaşıkların daldığı muhabbetin sindiği bakır tas ve tabaklarla yemek yemek… Sonradan tabaklar ayrıldı. Muhabbet kapları ve kazanları, içindekini sızdırmaya başladı. Ahmed Yesevî’nin büyük kazanındaki irfan ve muhabbet aşı gibi olan yemek tabakları, içinde sevgi ve muhabbetin buharlaştığı mekanik yemeklere dönüşmeye başladı. Yemekler daha sonraları, masalarda yenmeye başlandı. Dairesellikten köşeli masalara geçildi. Köşeler, omuzları bile birbirine mesafeli hale getirdi. Nihayetinde birlikte ve beraber oturulup yemek yemek; aşkın, muhabbetin ve sevginin dolu dolu olduğu bereketli gönül sofraları, bugün için bir nostalji haline geldi. Gelin hep birlikte ve beraber sahteliğin yerini samimiyete, gösteri ve şovun yerini içtenliğe, soğukluk ve mesafenin yerini muhabbete bıraktığı geçmişin sofralarını yeniden keşfederek kuralım ve yaşatalım. |
479 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |