Davete icabet etmek, İslâm’ın emirlerinden biridir. Ziyafete çağrıldığında ona katılmak gerekir. Bu yemek, bir düğün yemeği veya başka bir ziyafet olabilir. Yemeği mutlaka yemek zorunda değildir. Dilerse yer, dilerse de yemez. Ancak davete icabet etmiş olur. Hak ve hukuku yerine getirerek mesuliyetten kurtulur.
Davete icabet etmemek, Allah ve Resul’ünün emirlerine aykırı bir davranışı gösterir. Diğer taraftan çağrılmayan bir davete veya ziyafete katılmak da “hırsız olarak girmiş ve çapulcu olarak çıkmış” bir izlenim doğurur. |
25.10.2022 |
Artık bir çok cenaze merasiminde, yani insanlara yapılacak son görevlerde bile, kırgınlık ve küslükler öne çıkmakta, inatlaşmalar sonucunda birbirleriyle irtibatı kesen akraba ve dostlar, cenaze törenlerinde dahi bir araya gelememektedir.
Son ayrılışta dahi cenazeye katılma konusunda hiçbir gayret sarf etmemek insanlarımızın sekülerleşme/dünyevileşme cenderesine kısıldığını göstermektedir.
Cenaze namazının kılınışından toprağa verilmesine kadar cenaze ortamında bulunmanın ecri yüksektir. Mevtaya yapılan son görevde bulunmanın mükâfatını, Hz. Peygamber (s) şöyle bildirmektedir:
“Kim, sevabına inanarak, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek bir Müslüman cenazesi ile birlikte gider ve namazı kılınıp gömülünceye kadar beklerse, her biri Uhud dağı kadar olan iki kîrât sevapla döner. Kim de cenaze namazını kılar, defnolunmadan önce ayrılırsa bir kîrât sevapla döner. ” (Buhârî, İmân 35, (I,17); Müslim, Cenâiz 56, (I,653-654) |
24.10.2022 |
Gönül kırmak veya yıkmak kolaydır, önemli olan gönülleri inşa ederek yeni nesillerin hakikat âleminin nefesinden beslenmelerine fırsat vermektir. Mümin, kardeşinin imarında bir bütünün diğer yarısıdır. Dolayısıyla Müslüman, kardeşinin kalp incinmesine sebep olacak, tüm hallerin giderilmesi için, her türlü çabayı sarf etmelidir.
“Yanında ok varken mescitlerimize veya çarşı-pazarımıza uğrayan kimse, Müslümanlardan herhangi birine onlardan bir zarar gelmemesi için, okunun ucunun demirlerini eliyle tutsun.” (Buhârî, Salât 66, Fiten 7; Müslim, Birr 120-124)
Müminler, birbiriyle öyle kenetlenmiştir ki, bırakın onun gönlünü kırmayı, onu incitme ihtimali olan tüm hallerden bütünüyle uzak durulmalıdır. Bir organın hastalığı ve acısı, diğer organlara ve nihayetinde tüm vücuda ıstırap verir. Birbirimize merhamet ve hürmet etmeliyiz ki, Yaratan da bizlerden rahmetini esirgemesin. |
18.10.2022 |
İslâm kültüründe, mümin Yaratan’ın emir ve yasaklarına muhataptır. “Bedenim bana aittir, istediğimi yaparım.” anlayışı, fıtrî/tabiî bir yaklaşım değildir. İnsan gibi, insanın bedeni de kutsaldır, mukaddestir. Yaratan’ın yarattığı için insan değerlidir, saygıya layıktır. Bu sebeple Mevlâ, meleklere, Âdem için “itaat secdesi”ni emretmiştir.
Şu halde insan, uzuvlarını dahi dilediği gibi kullanamaz, keyfi tasarrufta bulunamaz, hâsılı zarar veremez. Bedeni üzerinde insanın sonsuz bir özgürlüğü yoktur. Organ(ları)ına zarar veremez, onları bir başkasına satamaz, kişinin bir başkasının da bedeni üzerinde böyle bir tasarrufta bulunma hakkı ve özgürlüğü bulunmamaktadır. Çünkü bedenin de, sahibi üzerinde hakları bulunmaktadır. Dolayısıyla insan, içki, uyuşturucu, zararlı ilaçlar, içecekler ve gıdalar alamaz ve kullanamaz. Kumar gibi kendisini ve ailesinin akıl, ruh ve beden sağlığını etkileyecek alışkanlıklar edinemez. |
17.10.2022 |
Günümüzde kitle iletişim araçlarında, zulüm, işkence ve eziyet haberleri/görüntüleri o kadar sıradanlaştırılmaktadır ki, artık insanlarımız bu canilikler karşısında büyük tepkiler vermemekteler. Şiddetle yaşamak normalleştirilmekte, dolayısıyla onun fâilleri de bundan güç almaktadırlar. Daha da tehlikesi cinayet, vahşet ve şiddetin, çocukların zihin dünyalarına, bilgisayar ve internet oyunlarıyla hayatın bir parçası gibi sunulup normalleştirilmesidir.
Burada yapılması gereken, gerek haber programlarında gerekse görsel tüm medya vasıtalarında her türlü şiddet ve onu teşvik eden hususların takip edilip kontrol altına alınmasıdır. Aksi takdirde gelecek nesillerin, zihin ve ruh dünyaları, onlara ve başkalarına yapılan eziyet ve zulümlerle kirlenecektir. |
16.10.2022 |
Bencil için varsa yoksa kendisidir. Başkaları onun için üzerindeki düşünülecek ve durulacak bir mesele değildir. Varoluşunu kendisiyle gerçekleştirdiğini zanneden/inanan zavallı, her daim nefsini ve benliğini kutsamak ve kutsallaştırmakla meşguldür.
Allah korkusundan nasiplenmeyen, kendisine tapınan egoist, büyüklük hastalığına yakalanmış bir günahkâr adayıdır. Cehennem bu tür kimseler için “ne kötü bir” mekândır.
“Böylesine ‘Allah'tan kork!’ denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevk eder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yataktır!” (Bakara, 206)
Hz. Mevlânâ’nın benliği merkezi alarak, insanların yaptığı ayrıştırma konusundaki sözleri bize yol gösterir niteliktedir:
Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik.. |
15.10.2022 |
Samimiyetin zıddı olan riya, çok yüzlülük gibi bir rezaletin ortaya konmasıdır. Yine riya, hiçbir değer ve ilke gözetmeden, çıkar ve menfaat girdabında sanal kişisizliklerin vasfıdır. Din ulularının en çekindiği erdemsizliklerden olan riya, münafıklığın emarelerini bünyesinde taşır.
Gösteriş ve sefihlerle tartışarak şöhret kazanıp toplumun dikkatini üzerinde toplamak için ilimle uğraşanlar, ebedî âlemin nimetlerinden mahrum kalacaklardır. Efendimiz (s) “hüzün kuyusundan Allah’a sığının” diye uyarır. Bu kuyunun ne olduğu sorulduğunda “cehennemde bir vadidir; o vadiden her gün yüz kere Allah’a sığınırım” diye cevap vermiştir. Orada kimlerin gireceği sorulduğunda, “amellerinde riya yapan kurrâlar girecektir! diye mukabele bulunur. (Tirmizî, Zühd 48, (2384) |
14.10.2022 |
Bilinmeyenin ardına düşmemek İslâmî bir haldir. Zira kulak, göz ve gönül bu halin sonuçlarından mesuldürler. Bütün duyulanların hakikat olarak sunulması, yalancıların yolunu kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
“Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 36)
“Her işittiğini söylemek, insana yalan olarak yeter.”(Hucurat,12)
Yine yalanın zanla olan bağlantısı unutulmamalıdır. Kötü zanda bulunmak, Hz. Peygamber’in (s) dilinde “sözlerin en yalanıdır.”
“Zandan sakının, çünkü zan, sözün en yalanıdır” (Buhârî, Vesâyâ, 8; Nikâh, 45; Müslim, Birr, 38; Tirmizî, Birr, 56)
Gerçek Müslüman, zan ve yalanın bir üst sınırı olan iftira karşısında sükût edemez. Peygamberlerin maruz kaldığı ağır ithamlardan birisi, iftiradır. İftira durumunda mümin “bu apaçık bir iftiradır” diyebilme yürekliliğini her daim gösterebilmelidir. İyi ve güzel zanna gelince, aksine bu imanın habercisidir. |
13.10.2022 |
Samimiyet ve sadakatten beslenmemiş her türlü ibadet ve iyilik/hayır, yapılmamış hükmündedir. Çünkü orada riya, gösteriş, çıkar ve yaranma söz konusudur. Saflığı bozan ve yozlaştıran her türlü faaliyet, arınmanın içtenliğine muhtaç kalacaktır.
İyi niyet ve halis niyetten uzak kalan eylem; şirk (Allah’a ortak koşmak), nifak (ikiyüzlülük), riya (gösteriş) ve süm’a (ibadetlerini halka duyurma) gibi erdemsizliklerin cenderesinde buharlaşır.
İslâm’la özdeşleşen bir olgu olarak ihlâs; şirk ve riyadan, batıl hurafelerden, kötü duygulardan çıkar ve gösterişten kalbi arındırmayı ifade eder. Arındırma ve saflaştırma, Var Eden’in rızasıyla zirveye ulaşır.
Kardeşinin kendisine yönelik konuşmasından ve eyleminden güvenlik içinde bulunan Müslüman, buna karşılık o da kardeşinin elem ve kederlerinden dolayı hüzünlenir; onun acılarına ortak olur. Yanlışlıklarda uyarır, güzellikler ve hayırlarda teşvik eder, yüreklendirir. |
12.10.2022 |
Karşılıklı olan maddî ve manevî ilişkiler, çıkar ve faydalar üzerinden yürümemelidir. Nasıl ki, Rahman’la ilahî akitleşme, ebedî mutlak bir sorumluluğu gerektiriyorsa, insanlarla olan karşılıklı ilişkiler de, faydanın elde edilmesiyle son bulmamalıdır.
Bugün yapılan erdemsizliklerden olan vefasızlık, toplumda gönül yıkıntılarıyla neticelenmektedir. “İşi bittikten sonra”, bir daha arayıp sormamak ve bağı koparmak sosyal bir hastalık haline geldi. |
10.10.2022 |
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 ![]() |