Abdülhamid Han ise, hakikatte Osmanlı’nın son imparatorudur. Devleti, otuz üç yıl ayakta tutmayı başarır, yine de Osmanlı Rus savaşı ile birlikte birtakım isyanları ve bağımsızlık hareketlerini önleyemez. O, ülkesini, bu zor günlerde sakin ve sessiz bir şekilde yenilemek amacını güder.
Aynı amacı taşıyan Abdülhamid ile İslâmcılar, bir araya gelmezler veya gelemezler. Bunun bilinen ve bilinmeyen birçok sebebi olabilir. Ancak Sezai Karakoç, (bizim de katıldığımız) bir başka pencereden bakarak, Sultan ve İslâmcılar arasındaki kavgayı, tartışmayı veya nizayı iki tarafı da birbirine yetirtmeden tahlil eder. Ona göre, Alman imparatoru Bismark gibi siyasî akla sahip olan Abdülhamid başa geçtiğinde (1876), eksik olan iyi yetişmiş, genç ve dinamik bir bürokrat ve idarî kadronun bulunmamasıydı. |
16.09.2020 |
Milli şâirimiz Âkif, ‘Reşad’a kızıyor, Abdülhamid’den iğreniyor ve Vahdettin’e ise hem kızıyor hem de iğreniyor’. Yani Âkif, üç hükümdarı da başarısız buluyor. Vahdettin’i acemi; Abdülhamid’i, Reşad’ı otuz üçe hapsettiği için müstebid buluyor. Daha da ileri giderek ‘Sultan Hamid’in yerinde ben olsaydım boynuna ip takar, sokak sokak gezdirir, benden sonra bu adam padişah olacak, görün! derdim.’ diyerek Reşad’ı aşağılıyor. (Kuntay, Mehmet Âkif, 250-51)
Büyük bir muhalefet içinde olan İslâmcıların önde geleni olarak Mehmet Âkif’in, bir keresinde Abdülhamid’in yüzünü gördüğünde midesinin bulandığını ve sarardığını, yakın dostu Mithat Cemal anlatmaktadır. Nitekim İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra ‘İstibdâd’ isimli şiiriyle padişaha karşı muhalefetini son sınırlarına kadar ulaştırmaktadır. |
09.09.2020 |
Gece yarısı olmuş, ancak filozof Topçu ile Şeyh Aziz Efendi’de bir uyku ve yorgunluk gözükmez, Sırrı izinle uykuya dalmıştır. Her ikisi zinde, mutlu ve dinamik bir şekildedir. Müsaade istenir. Yolda Nurettin, bana ‘Sırrı, ben bu sohbete doyamadım, geri dönsek, Hoca’ya ayıp olur mu?” deyince, o da “Olur mu, olmaz mı, onu bilemem, ama yürü, şimdi evlere gidelim, başka bir akşam yine geliriz” der. (Emin Işık, Nurettin Topçu Çağdaş Bir Dervişin Dünyası, İstanbul 2019,109-111)
Âkil ile Ârif arasındaki ilişki günlerce, aylarca süren bitmeyen sohbetlerle devam eder. Nurettin Topçu, Sorbonne’dan aldığı felsefe doktorasında tamamlayamadığı yerleri ve boşlukları Aziz Efendi’nin hikmetli sohbetleriyle tamamlar. Ruhunun aradığı maneviyatı bulur. Ancak ayrılık geldiğinde Nurettin büyük bir boşluğa düşer. O, Abdülaziz Bekkine’nin vefatı üzerine yaşadığı hüznü ve ayrılığı derin bir üzüntüyle anlatır. |
02.09.2020 |
Üniversiteden ziyaret gelen gençlerin ilgi odağı olan Aziz Efendi, onlara karşı gece gündüz büyük alaka gösterir. Gençlerin özünün temiz olduğunu düşünür, ancak onlara karşı ilgisizliğin kötü alışkanlıklara sürüklediğini görerek üzülür. Merhametinin sonucu olarak “Ah genç olsam da bir de şu sakalım olmasa, ben onların arasına karışır, onlarla dost olurdum. Ama artık çok geç” diyerek hayıflanır.
Vefa Lise’sinden hocası olan Celal (Ökten), Topçu için önemli bir üstat olur. Nurettin onun karşısında ‘edeple oturur, daima iki eli dizlerinin üstünde dururdu. İslâm dini hakkında ondan çok şey öğrendiğini, çok istifade ettiğini iftiharla söylerdi’. Ancak Topçu’nun içindeki fırtınaları dindiremiyordu. O, başka bir arayış içindeydi. Onun için “Celal Hoca büyük bir âlim. Bunda şüphe yok. Ama benim derdim ilim değil, başka bir şey arıyorum. Ben maneviyat arıyorum” derdi.
|
02.09.2020 |
Zaman zaman sıkıntılar ve hastalıklar yaşanır. Böyle bir günde Horuk Hala’nın çocuklarından birisi hastalanır. Uzunbey köyüne yakın olan Polatlı’ya çocuğu tedavi etmek için götürür. Çocuk tedavi olur. O sırada astımdan dolayı mustarip olan Horuk Hala, doktora ‘benim halim ne olacak’ diye sorar. Doktor da ‘arabanın yağı bitmiş’, diye kaba bir cevap verir. Doktor İlhan böyle söyler. Horuk Hala buna çok üzülür. Eve gider hastalanır. Daha sonra kendi doktoru Ertuğrul Bey, o doktora ‘Sen Huriye Hanım’a niye böyle bir şey söyledin’ diye sorar. Doktor İlhan, gelir Horuk Hala’dan özür diler, o sırada ‘boş bulunduğunu’ ifade eder. |
27.08.2020 |
Horuk Hala, aile büyüklerinin, beylerin bulunduğu meclislerde sözü dinlenen ve onlarla beraber oturan tek kadındır. Ancak ömrünün son yıllarında, iki üç sene yatakta yatarak hayatını sürdürmek zorunda kalır.
Namazını kılar, ancak Kur’ân okumasını bilmezdi, yine de çok meraklı bir hanımdı Horuk Hala. Çok istemesine rağmen, Hacc’a gidemez. Hacca gidemediği için çok üzülür. Kocası Alişan Bey, hacca giderken ‘önce ben bir gideyim, sonra sizi götürürüm’ diyerek Horuk Hala’yı ikna eder.
Zeki, meraklı, hafızası güçlü bir kadın olan Horuk Hala, güzel, düzgün, alımlı, aksansız konuşur. İstanbul Türkçesi konuşur. Türkçesi çok güzel, diksiyonu düzgündür.
Tam bir Osmanlı bir kadını olan Horuk Hala, ata biner. |
27.08.2020 |
Huriye Hala, farklı bir kadındır. Farklı bir görüntü çizer, elinde tespihiyle ibadetle meşgul olan bir annedir. Aile ise, mükemmel bir ortamı yansıtmaktadır. Aile içinde herkes birbirine karşı saygılı ve sıcak bir ilişki içinde bulunmaktadır.
Hükmeden bir kadın olarak Horuk Hala’nın yanlış yapma şansı yoktur. Aklı eren âkil bir kadındır.
Onu tanıyanlar (yeğeni Hamit Baysal), Horuk Hala’nın, ‘masallardaki gibi bir kadın’ olduğunu söylemektedir. Sözü dinlenen, konuşmalarıyla farklı bir kadın portresi çizmektedir.
Horuk Hala, yılda birkaç kez doğduğu Küçükhasan’a gelir. Yeğenlerine büyük değer verir ve onları sever. Yakınlarının evlerinde birer gün misafir olur. Herkes onu misafir etmekten büyük bir zevk alır ve onur duyardı.
Bir aşiret reisi ve büyüğü gibi kabul edilen Horuk Hala, büyük hürmet görür ve saygınlığı vardır. Dönemin şartlarında kadınlar, ancak kendilerine soru sorulduğu zaman cevap verir. Ancak Horuk Hala, konuştuğu zaman akıl verir. Bundan dolayı o, sıradan bir kadın değildir. |
27.08.2020 |
Horuk Hala’nın annesi Türkmen, Hacı Ahmet Ağa’nın (1820) ikinci eşidir. Beş kardeşin arasındaki tek kız, esmer, güzel, boylu boslu bir hanımefendidir. Huriye Hala, baskın bir kadın olarak, emrinde çalışanlara emirler verir. Evlendiği kişi ise, pasif, sessiz, ufuk olarak zayıf bir kimsedir. Yakın bir akrabasına, onun rızası alınmadan gönülsüz verilir. Pek uyumlu bir evlilik olmaz. Horuk Hala, bu evliliği sürdürmeye çalışırsa da, kaderini yaşayacaktır.
Evlendikten sonra hamile kalan Horuk Hala’nın bir çocuğu olur. Doğan çocuk engelli ve hastadır. ‘Dua et bu çocuk ölmesin, ölürse ben seni terk ederim’ diyecek kadar dominanttır, Huriye Hala.
Gerçekten bir müddet sonra hasta çocuk ölür, o da kocasını terk eder, kendi kardeşlerinin yanına gider. |
27.08.2020 |
Ladikli Ahmed Ağa, kendisine verilen cesaret madalyasını, geri hizmette bulunan bir arkadaşına verecek kadar âlicenap bir kimsedir. Kendisine bağlanan gazi maaşını almaz, alması için ısrar edenlere ‘üç günlük askerlik için maaş alınır mı’ diyerek yaptığını savunur. Halbuki çeyrek asır askerlik yapmış ve cepheden cepheye koşarak Allah ve vatan için savaşmıştır.
Uzun boylu olan Şeyh Ahmed, kısa sakalıyla yazları ceket, kışları da paltosuyla halkın arasına karışır. Konya’ya geldiğinde, duyanlar onun elini öpmeye ve duasına almaya gelerek hürmet gösterirler. Namazlarını Aziziye’de kılar, çoğunlukla da Kapı camisinde eda eder. Mevlânâ türbesine, mutlaka ziyarette bulunur.
Evinin kapısını herkes açar, gelenlere mutlaka yemek yedirir, ocağının ateşi gelenlere ikramdan dolayı her daim yanar. Ziyaretlerinin fazlalaşmasıyla bir takım kötü niyetli kimselerin şikayetleri sonucunda, onu yakından tanımayan ilçenin kaymakamı kendisini çağırır ve uyarır. |
14.08.2020 |
Henüz doğumundan on, on iki yıl sonra Balkan Harbi seferberliğinde iki abisiyle birlikte ümmet için, vatan için, İslam için mücadeleye ve cihada başlar. Kökleri Buhara’dan (veya Semerkand’dan) gelen bir aile mensup Ahmet Ağa’nın babası, cihada gitmeden önce ona ve iki ağabeysine önemli bir ikazda ve duada bulunur: “Ölmek var, fakat askerden dönmek yok. Üçünüz de ölür veya yaralanırsanız, bana gazi veya şehit babası olma şerefini verirsiniz… Şimdi Allah rızası için vatana, dine, devlete ve millete hizmet etme zamanıdır.” (M. Ali Uz, Bir Gazi Veli Ladikli Ahmed Ağa, Konya 2006, 32)
Ahmet Ağa’nın savaşı, bir mücadeleyle bitmez. Cepheden cepheye giden Ahmet Hüdâî, yaralanır, ölümden döner, esir olur, gazi olur. Yirmi altı yıl askerlikten, daha doğrusu savaştan sonra memleketi Konya’ya döner. O, Balkan Savaşları’nda, Makedonya, Yunanistan, Arnavutluk, Bulgaristan’da; Birinci Dünya Savaşı sırasında Birinci ve İkinci Kanal Harekatı’nda, Çanakkale’de, Hicaz savunmasında cihada katılır. |
14.08.2020 |
1 ... ![]() ![]() |