İstasyon içinde, bir bekleme salonu ve bir de memurun kalması için barınak şeklinde mekân bulunmaktadır. Tren istasyondaki memurun ve ailesinin hali çok perişandır. Sefalet, fakirlik ve yokluk ailenin üzerinde belli olmaktadır. İnsanların oturması için sandalye dahi olmayan bu yerde, oturmak için ancak otla doldurulmuş minderler bulunmaktadır.
Çöldeki tren istasyonunda kalan bu aileyi, yakında gerçekleşecek bir doğum beklemektedir. Nitekim istasyon memuru, Âkif ve Teşkilat-ı Mahsusa’yı kuran Eşref Kuşcubaşı’dan, çaresizlik içerisinde, utanarak ‘sizde eski çamaşırlar varsa bari verin de doğacak çocuğa saralım’ diyerek mahcup bir şekilde yardım talebinde bulunur. Yani üç-beş gün içinde doğacak çocuğu saracak bez ve kıyafet bile bulunmamaktadır. |
13.11.2020 |
İslâm birliğini savunan din âlimi vaiz, şair, hafız Âkif, halkı aydınlatır, milleti bilinçlendirmeye çalışır. Bunu yaparken de ailesini ihmal etmez; Mısır’da iken, çocuklarını okutmak için hamallık bile yaparım diyecek kadar da cesur bir ruh halini taşımaktadır. Din, kutsal ve inanç, onun temel ilkeleridir. Onlara saygısı sınırsızdır. Nitekim torunlarının aktardığına göre, Âkif, hiçbir zaman ezanı oturarak dinlemezdi. Bunun için İstiklal Marşı’nı nasıl yazdınız? sorusuna; İstiklal Marşı ‘iman’la yazılır diye cevap vermektedir.
Âkif nasıl yazar? Sorusuna kendi ifadesiyle: “Çok uğraşırım, epey çalışırım… Mevzuyu uzun boylu kafamda işlerim. Nihayet kâğıt üzerine naklederken de hayli yorulurum.”
Âkif’in tat aldığı bütün zevkleri, sevdiği eserleri okumak, hoşlandığı mevzuları yazmak için uğraşmak, nihayet düşünmek, yapayalnız bir köşeye çekilerek sessiz sedasız düşünmek … |
06.11.2020 |
Oğlu Emin’in anlattıkları, Mehmet Âkif ve ailesinin Kurtuluş Savaşı’nda yaşadıklarını doğrulamaktadır: “Kastomonu’da kalan validem Ankara’ya bizim yanımıza gelmek istiyor, bu hususta babama üst üste haber gönderiyordu. Her şeyden evvel onlara münasip bir ev bulmak icap ediyordu. ….Kebapçı Hacı Kadri Ağa evinin müstakil bir bölümünü babama terk etti. Bunun üzerine annem kardeşimle birlikte Kastamonu’dan Ankara’ya geldiler. Artık Ankara’da ailece yerleşmiş idik. Mehmet Âkif bu sıralarda İstiklâl Marşı’nı yaratmış bu muvaffakiyeti 500 lira nakdî mükâfat ile taltif edilmişti. Babam o esnada 500 liraya gerçekten muhtaç bir adamdı. Fakir idi. Parası yoktu. Lâkin malum olduğu gibi gönlü çok boldu. İyi biliyorum ki, babam bu parayı almadı, onu Kızılay’a terk etti…” (Emin Ersoy, Babam Mehmet Akif, 80-81)
Emin Ersoy’a, ‘babasının kendisine ne bıraktığı sorulduğunda’, verdiği cevap Âkifçe bir söyleyiş tarzıdır: ‘Muhteşem bir isim ve gurur. Başka hiçbir şey bırakamazdı. Çünkü bırakılacak bir şeyi yoktu.’ |
28.10.2020 |
Dönemin şöhretli pehlivanlarını tanıyan ve onlardan güreş dersleri de alan Mehmet Âkif, bu sahada tanınan ve kendi mahallesinde oturan Kıyıcı Osman’ın öğrencisi olmuştur. O, aynı zamanda çevre, şehir, kasaba ve köylerde düzenlenen güreş müsabakalarına katılmaktan hoşnut kalmıştır. Âkif, pehlivanlığı basit bir spor olarak değerlendirmez. O, güreşçileri içki içmeyen, fuhuş yapmayan, dürüst, temiz insanlar olarak tarif eder. Nitekim Mehmet Âkif nezdinde Kur’ân’lı ev ile ‘pehlivanlı mahalle’, ümmetin gençliğini, kötü alışkanlık ve zararlı eylemlerden koruyacak iki önemli mekandır.
Okul yıllarında derslerinde başarılı olan ve istikrarlı bir çizgi çizen Âkif, bahsi geçen aktivitelerden hiçbir zaman uzak kalmamıştır. On dört yaşında yağlı güreşe başlamış, on altı yaşlarında köy düğünlerindeki güreşlere katılmıştır. Uzun mesafeleri yürümek Âkif için, sıradan bir alışkanlıktı. Fatih’ten Halkalı’ya yürüyen Şairimiz Halkalı’dan Çatalca’ya kadar yürüyerek oradaki köylere giderdi. |
21.10.2020 |
İslâm’ın değerlerinin yaşandığı medine İstanbul, Âkif’in zihin ve kalbinde ayrı bir kıymete sahiptir. Onun Kutlu şehir İstanbul’u seyri bir başka güzellikteydi: “Âkif’in İstanbul’u Haliç’in sırtındaki Sultan Selim Camisi’nden başlar, Marmara’nın yanındaki Kazasker Feyzullah Efendi Camisi’nde biter. Köprüden Sarıgüzel’deki evine giderken Âkif, beş caminin maneviyatında yürürdü; Yenicami’nin kutsiyetine dalarak Mercan yokuşuna çıkar. Beyazid ve Süleymaniye camilerinin iki kanadına bürünür. Şehzade Camisi’nin nurundan uçar. Fatih Camisi’nin şümulünde evine inerdi. Zaten Fatih Camisi ve Âkif’in evi birbirinin müştemilatıydı; babası, namazdan sonra ahbaplarıyla caminin maksurelerinde görüşürdü. Camisi evin selamlık dairesiydi, ev caminin harem tarafındaydı.” |
20.10.2020 |
Söz, Âkif için, namustur, hakikattir, yerine getirilmesi mutlak görevdir. O, sözün yerine getirilmemesini, neredeyse ihanetle bir tutar. Bunu kendi hayatının tüm zamanlarında uygular. Nitekim Mehmet Âkif, kızının nikah merasiminde, dostu ve ahbabı Bosnalı Ali Şevki Efendi’yi davet eder. Yaşı ileri olduğu için yürümekte zorlanan Ali Şevki Efendi, gecikmesinden dolayı mahcubiyet içerisinde özür beyan eder.
Gecikmesinin sebebini de izah etme ihtiyacı duyar. Vefâ yokuşunun kendisini çok yorduğunu, dolayısıyla merasime zamanında yetişemediğini beyan eder. Âkif, bu haklı mazereti yerinde bir hakikatle beraber -tebessüm ederek- manidar bir dille ifade eder: “Hangi Vefâ Yokuşu’ndan bahsediyorsun hoca efendi? Nesl-i hâzır (şimdiki nesil) o yokuşu çoktan düzledi...” |
07.10.2020 |
02.10.2020 |
Mehmet Âkif, Kur’ân tercümesi üzerinde yoğun bir çalışma temposuna sahip bir İslâm bilgini portresi çizmektedir. Zâhid bir kişinin hayatı gibi yaşayan Şâirimiz, bilindiğinin veya iddia edildiğinin aksine, tasavvufî bir yöne de sahipti. İstiklal Savaşı’nda Ankara’ya destek amacıyla gidişinde, Taceddin Dergahı’nda kalması rastgele bir tercih olmasa gerektir.
İşte zühd içinde bir hayatı olan Âkif, Mısır’da Kur’ân tercümesi üzerinde yoğun bir şekilde çalışır. Yorucu olan bu kutsal çalışma esnasında nefeslendiği olurdu. O da, dinlenmek için Mesnevî okurdu. Kendisinin ifadesine göre; Mesnevî’yi okuduğunda, birtakım sonuçlar çıkarmaya çalışır. Daha sonra Mesnevî’nin şerhlerine/yorumlarına bakardı. Onlarla bazen ihtilafa düşer, nihayetinde İsmail Ankaravî’nin şerhiyle ittifak ettiğini görür ve buna çocuklar gibi sevinirdi. Hatta Ankaravî’ye içten içe bir sevgi ve muhabbet duyardı. Bunu da İstanbul’a geldiğinde, onun kabrini ziyaret ederek göstermiştir. |
30.09.2020 |
Çok farklı işleri ve görevleri kendisine vazife edinen Mehmet Âkif, bütün zamanını âdeta programlamıştı. O bir münevver, âlim, talebe, hoca, güreşçi, yüzücü, nesep ilmi uzmanı, ney üfleyen bir veteriner gibi hayatını verimli ve bereketli geçirmiştir. Şâirlik onun için, belki de tüm bunların toplamıydı:
Mehmet Âkif; “Boğaziçi’nde yüzme yarışını kazanan; Çatalca’da güreşen, Veliefendi çayırında adım atlayan; Mütenebbî’yi, İbnülfarız’ı, Kur’ân’ı ezbere bilen; Hersek müftüsü Fehmi Hoca’yla İlm-i ensab! konuşan; Dağıstanlı Hâlis Hoca’yla Kitâbu’l-Kâmil’i hasbihal eden; Musa Kazım Hoca’yla Bedrettin’in Varidat’ını okuyan; sonra Emile Zola’nın romanlarında insan yığınlarının idaredeki kudretini seven ve münekkitlerin de bunu beğendiklerini görünce takdirindeki isabetle sevinen; sonra Halkalı Mektebi’nin bahçesinde ‘istiska-i batın’a uğrayan ineklerin karnından ‘trocart’la su alan; sonra ‘aruz’un orkestrasyonunu yapan Âkif, bir taraftan da nısfiye (kısa ney)üflüyordu.” (Kuntay, 223-24) |
24.09.2020 |
1 ... ![]() ![]() |