İslâm’ın değerlerinin yaşandığı medine İstanbul, Âkif’in zihin ve kalbinde ayrı bir kıymete sahiptir. Onun Kutlu şehir İstanbul’u seyri bir başka güzellikteydi: “Âkif’in İstanbul’u Haliç’in sırtındaki Sultan Selim Camisi’nden başlar, Marmara’nın yanındaki Kazasker Feyzullah Efendi Camisi’nde biter. Köprüden Sarıgüzel’deki evine giderken Âkif, beş caminin maneviyatında yürürdü; Yenicami’nin kutsiyetine dalarak Mercan yokuşuna çıkar. Beyazid ve Süleymaniye camilerinin iki kanadına bürünür. Şehzade Camisi’nin nurundan uçar. Fatih Camisi’nin şümulünde evine inerdi. Zaten Fatih Camisi ve Âkif’in evi birbirinin müştemilatıydı; babası, namazdan sonra ahbaplarıyla caminin maksurelerinde görüşürdü. Camisi evin selamlık dairesiydi, ev caminin harem tarafındaydı.” |
20.10.2020 |
Söz, Âkif için, namustur, hakikattir, yerine getirilmesi mutlak görevdir. O, sözün yerine getirilmemesini, neredeyse ihanetle bir tutar. Bunu kendi hayatının tüm zamanlarında uygular. Nitekim Mehmet Âkif, kızının nikah merasiminde, dostu ve ahbabı Bosnalı Ali Şevki Efendi’yi davet eder. Yaşı ileri olduğu için yürümekte zorlanan Ali Şevki Efendi, gecikmesinden dolayı mahcubiyet içerisinde özür beyan eder.
Gecikmesinin sebebini de izah etme ihtiyacı duyar. Vefâ yokuşunun kendisini çok yorduğunu, dolayısıyla merasime zamanında yetişemediğini beyan eder. Âkif, bu haklı mazereti yerinde bir hakikatle beraber -tebessüm ederek- manidar bir dille ifade eder: “Hangi Vefâ Yokuşu’ndan bahsediyorsun hoca efendi? Nesl-i hâzır (şimdiki nesil) o yokuşu çoktan düzledi...” |
07.10.2020 |
02.10.2020 |
Mehmet Âkif, Kur’ân tercümesi üzerinde yoğun bir çalışma temposuna sahip bir İslâm bilgini portresi çizmektedir. Zâhid bir kişinin hayatı gibi yaşayan Şâirimiz, bilindiğinin veya iddia edildiğinin aksine, tasavvufî bir yöne de sahipti. İstiklal Savaşı’nda Ankara’ya destek amacıyla gidişinde, Taceddin Dergahı’nda kalması rastgele bir tercih olmasa gerektir.
İşte zühd içinde bir hayatı olan Âkif, Mısır’da Kur’ân tercümesi üzerinde yoğun bir şekilde çalışır. Yorucu olan bu kutsal çalışma esnasında nefeslendiği olurdu. O da, dinlenmek için Mesnevî okurdu. Kendisinin ifadesine göre; Mesnevî’yi okuduğunda, birtakım sonuçlar çıkarmaya çalışır. Daha sonra Mesnevî’nin şerhlerine/yorumlarına bakardı. Onlarla bazen ihtilafa düşer, nihayetinde İsmail Ankaravî’nin şerhiyle ittifak ettiğini görür ve buna çocuklar gibi sevinirdi. Hatta Ankaravî’ye içten içe bir sevgi ve muhabbet duyardı. Bunu da İstanbul’a geldiğinde, onun kabrini ziyaret ederek göstermiştir. |
30.09.2020 |
Çok farklı işleri ve görevleri kendisine vazife edinen Mehmet Âkif, bütün zamanını âdeta programlamıştı. O bir münevver, âlim, talebe, hoca, güreşçi, yüzücü, nesep ilmi uzmanı, ney üfleyen bir veteriner gibi hayatını verimli ve bereketli geçirmiştir. Şâirlik onun için, belki de tüm bunların toplamıydı:
Mehmet Âkif; “Boğaziçi’nde yüzme yarışını kazanan; Çatalca’da güreşen, Veliefendi çayırında adım atlayan; Mütenebbî’yi, İbnülfarız’ı, Kur’ân’ı ezbere bilen; Hersek müftüsü Fehmi Hoca’yla İlm-i ensab! konuşan; Dağıstanlı Hâlis Hoca’yla Kitâbu’l-Kâmil’i hasbihal eden; Musa Kazım Hoca’yla Bedrettin’in Varidat’ını okuyan; sonra Emile Zola’nın romanlarında insan yığınlarının idaredeki kudretini seven ve münekkitlerin de bunu beğendiklerini görünce takdirindeki isabetle sevinen; sonra Halkalı Mektebi’nin bahçesinde ‘istiska-i batın’a uğrayan ineklerin karnından ‘trocart’la su alan; sonra ‘aruz’un orkestrasyonunu yapan Âkif, bir taraftan da nısfiye (kısa ney)üflüyordu.” (Kuntay, 223-24) |
24.09.2020 |
Abdülhamid Han ise, hakikatte Osmanlı’nın son imparatorudur. Devleti, otuz üç yıl ayakta tutmayı başarır, yine de Osmanlı Rus savaşı ile birlikte birtakım isyanları ve bağımsızlık hareketlerini önleyemez. O, ülkesini, bu zor günlerde sakin ve sessiz bir şekilde yenilemek amacını güder.
Aynı amacı taşıyan Abdülhamid ile İslâmcılar, bir araya gelmezler veya gelemezler. Bunun bilinen ve bilinmeyen birçok sebebi olabilir. Ancak Sezai Karakoç, (bizim de katıldığımız) bir başka pencereden bakarak, Sultan ve İslâmcılar arasındaki kavgayı, tartışmayı veya nizayı iki tarafı da birbirine yetirtmeden tahlil eder. Ona göre, Alman imparatoru Bismark gibi siyasî akla sahip olan Abdülhamid başa geçtiğinde (1876), eksik olan iyi yetişmiş, genç ve dinamik bir bürokrat ve idarî kadronun bulunmamasıydı. |
16.09.2020 |
Milli şâirimiz Âkif, ‘Reşad’a kızıyor, Abdülhamid’den iğreniyor ve Vahdettin’e ise hem kızıyor hem de iğreniyor’. Yani Âkif, üç hükümdarı da başarısız buluyor. Vahdettin’i acemi; Abdülhamid’i, Reşad’ı otuz üçe hapsettiği için müstebid buluyor. Daha da ileri giderek ‘Sultan Hamid’in yerinde ben olsaydım boynuna ip takar, sokak sokak gezdirir, benden sonra bu adam padişah olacak, görün! derdim.’ diyerek Reşad’ı aşağılıyor. (Kuntay, Mehmet Âkif, 250-51)
Büyük bir muhalefet içinde olan İslâmcıların önde geleni olarak Mehmet Âkif’in, bir keresinde Abdülhamid’in yüzünü gördüğünde midesinin bulandığını ve sarardığını, yakın dostu Mithat Cemal anlatmaktadır. Nitekim İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra ‘İstibdâd’ isimli şiiriyle padişaha karşı muhalefetini son sınırlarına kadar ulaştırmaktadır. |
09.09.2020 |
Gece yarısı olmuş, ancak filozof Topçu ile Şeyh Aziz Efendi’de bir uyku ve yorgunluk gözükmez, Sırrı izinle uykuya dalmıştır. Her ikisi zinde, mutlu ve dinamik bir şekildedir. Müsaade istenir. Yolda Nurettin, bana ‘Sırrı, ben bu sohbete doyamadım, geri dönsek, Hoca’ya ayıp olur mu?” deyince, o da “Olur mu, olmaz mı, onu bilemem, ama yürü, şimdi evlere gidelim, başka bir akşam yine geliriz” der. (Emin Işık, Nurettin Topçu Çağdaş Bir Dervişin Dünyası, İstanbul 2019,109-111)
Âkil ile Ârif arasındaki ilişki günlerce, aylarca süren bitmeyen sohbetlerle devam eder. Nurettin Topçu, Sorbonne’dan aldığı felsefe doktorasında tamamlayamadığı yerleri ve boşlukları Aziz Efendi’nin hikmetli sohbetleriyle tamamlar. Ruhunun aradığı maneviyatı bulur. Ancak ayrılık geldiğinde Nurettin büyük bir boşluğa düşer. O, Abdülaziz Bekkine’nin vefatı üzerine yaşadığı hüznü ve ayrılığı derin bir üzüntüyle anlatır. |
02.09.2020 |
Üniversiteden ziyaret gelen gençlerin ilgi odağı olan Aziz Efendi, onlara karşı gece gündüz büyük alaka gösterir. Gençlerin özünün temiz olduğunu düşünür, ancak onlara karşı ilgisizliğin kötü alışkanlıklara sürüklediğini görerek üzülür. Merhametinin sonucu olarak “Ah genç olsam da bir de şu sakalım olmasa, ben onların arasına karışır, onlarla dost olurdum. Ama artık çok geç” diyerek hayıflanır.
Vefa Lise’sinden hocası olan Celal (Ökten), Topçu için önemli bir üstat olur. Nurettin onun karşısında ‘edeple oturur, daima iki eli dizlerinin üstünde dururdu. İslâm dini hakkında ondan çok şey öğrendiğini, çok istifade ettiğini iftiharla söylerdi’. Ancak Topçu’nun içindeki fırtınaları dindiremiyordu. O, başka bir arayış içindeydi. Onun için “Celal Hoca büyük bir âlim. Bunda şüphe yok. Ama benim derdim ilim değil, başka bir şey arıyorum. Ben maneviyat arıyorum” derdi.
|
02.09.2020 |
1 ... 14 15 16 17 18 19 20 21 22 ... 48 |