ÖFKENİN KARŞISINDA İLAHÎ VE NEBEVÎ SABIR
Prof. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA
Sevgi, imanın kardeşidir. İnanmanın kesinliği, sevgi ve muhabbetin varlığıyla gerçekleşir. Başkalarının önünde gülen yüzler, yalnızlıkta kin ve nefrete dönüşüyorsa, imanın saflığından şüphe etmek gerekir. Zira Basîr (Her Şeyi Gören), kalplerde ve zihinlerde olanları bilir. Her şeyin görüleceği günde, Allah (C.C.), bâtınları zâhir haline dönüştürecektir. Kuldan istenilen, kendisine yapılan kötülükleri ve işlediği günahları tövbe ederek unutmasıdır. Hatta duaları çok çok kabul eden Tevvâb’a da, yaptıklarımızı bize de unutturması için yalvarmak gerekir.
Öfkelerini yenenler/yutanlar, kurtuluş reçetesini uygulayan saadet erenleridir. Onlar ki, sadaka ve sabır ile Allah yolunda ilerleyerek Hakk kervanına katılmışlardır. Öfkenin panzehri, affetmektir. Affetmek, ilahî ruhtan nasiplenmenin işaretidir. Bağışlama, iyilik ve hayrın anahtarıdır. Dolayısıyla af, iyilik ve hayır, Hakîm’in sevdiklerinin başında gelir. İyilikte bulunmak ve hayrı yaymak, mü’min olmanın zorunlu/iradî bir sonucudur.
“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âli İmran, 134)
Öfke ve nefret, aile ve akraba ilişkilerini yok eden yerilmiş/menfur özelliklerdir. Yakın akraba ve uzak akrabayı görüp gözetmenin evveli; öfke yerine, sevgi ve muhabbeti inşa etmektir. Kin ve intikam hırsıyla -yakınlarından başlayarak- hareket etmemek, dost ve arkadaşlarının gönüllerini yıkmamak, iyisi varken kötü yolu tercih etmemek, mü’üminin şiarıdır.
Nice ümmetler vardır ki, Kahhâr’ın (her an Kahretmeye Güç Yetiren) öfkesine muhatap olarak tarih sahnesinden silinmişlerdir. Akabinde isimleri unutulmuş, nesilleri kesilmiş bir şekilde mücrimler derekesine düşmüşlerdir. Hakk’ın indirdiği aşkın ilkeler, onların “atalarının inancını/tanrılarını” yerin dibine geçirmiştir. Nitekim bütün öfke, kin, intikam, zulüm ve haksızlıkların karşında İntikam Sahibi (Azizün Züntikâm), İlahî Adaletini her dâim tecelli ettirmektedir.
Öfke, kalpteki bir yaradır. Gönülleri kanatan bir oka dönüştüğünde ise, kırılıp dağılan kristal kadehler gibi, yürekleri parçalar. Öfke, isabet ettiği yerde öyle bir iz bırakır ki, nasıl ki kırılan kristaller bir araya gelemezse, kırılan kalbin de eski haline dönüşmesi ancak uzun bir sabır zamanını gerektirir. Esas olan, gönülleri ferahlatan sabrın genişliğidir. Sabır ve tahammül, öfkenin öldürücü hasarlarını terapi ederek onarır. Nihayetinde “sabır güzel”dir, hayırdır, istenilendir, övülendir…
Öfke yerine sabrı tercih eden Hz. Peygamber (s), hanımlarının bazı konulardaki hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak, ortaya çıkan önemsiz hadiseleri büyütmeyerek ve yeri geldiğinde susarak tevazuuyla çözümlemiştir. Kadın olmanın verdiği bir psikolojiyle Hz. Aişe’nin gösterdiği sert bir tepki, buna güzel bir örnek olsa gerektir:
Hz. Safiye, çok güzel yemek pişirirdi. Yine bir gün pişirdiği yemeği, Hz. Peygamber (s), Aişe validemizin yanında iken ona gönderdi. Hz. Aişe, kadınlık refleksiyle kabı aldığı gibi yere attı. Kap parçalandı. Hz. Peygamber (s) parçaları kaldırdı ve birleştirdi. Sonra da başka bir kap aldı ve Safiye’ye gönderdi. Bu arada tek bir kelime bile sarf etmedi. (Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, II, 124-125.)
Bu olay, Hz. Peygamber’in(s) ruh yüceliğinin ve tevazuunun boyutlarını göstermesi açısından çok dikkat çekicidir. Acaba aynı duyarlılığı modern zamanların insanları özellikle de erkekleri gösterebilir mi?
Ancak öfke, Hakk ve hakikat için gösterilirse, tıpkı Safa ve Merve tepeleri arasındaki çalımlı ve gösterişli/heybetli mubah yürüyüş (hervele) gibi, Rabb’in müsamahası içinde telakki edilebilir. Tevhid ve imanın karşısında varolanlara karşı Hakk’ın öfkesine sığınarak (el ile, dil ile, kalp ile) mücadele etmek, mü’min olmanın vasıflarındandır. Hakk Teâla, yapılan hiçbir hayrı karşılıksız bırakmayacaktır.
Geçmiş kavimlerden niceleri vardır ki, öfkelerinin kurbanı olmuşlardır. Onlar tevhidin ihtişamı karşısında öfkelerine yenilmişler, inkârın bataklığında yitikleşmişlerdir. Onların yüzleri öfkelerinin şiddetiyle simsiyah bir hal almıştır. Nihayetinde onların kalpleri mühürlenmiş, dilleri lâl hale getirilmiş ve kulakları sağırlaştırılmıştır. Öfkeleri, dimağlarını yok etmiş, kibir ve gururları onları şeytanî bir renge boyamıştır.
Öfkelerini sürdürmeyip, teskin olanlar, Allah’ın çağrısına icabet etmişlerdir. Ancak Hâlık’ın -şirk ve küfür zamanlarında- kız çocuklarını kendilerine nasip ettiği câhiller, bu güzel haber kendilerine verildiğinde öfkelerinden yüzleri kapkara bir şekle bürünür.
“Onlardan birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle-taşarak yüzü simsiyah kesilir.” (Nahl Suresi, 58)
Bahşedilene isyan edenler, nimetin nefasetinden habersiz olan gâfil güruhundan başkası değildir. Vehhâb’ın (Karşılıksız ve Sebepsiz İkram Eden) sınırsız vermesi, onların öfkelerini teskin etmez, isyanın zirvesine gurur ve kibirleri yüzünden çıkarlar. Ancak gerçeği bildikleri halde, bu isyankâr tavırları, onların suda boğulmalarına veya toprağın dibine gitmelerine sebep olmuştur.
Bolluk ve darlıkta, iyi ve kötü, zor ve kolay zamanlarda, imtihanları sabır iksirinden yudumlayarak geçenler ise, iyilik diyarının ve hayır yurdunun sultanları olacaktır. Rahman’ın uğrunda bütün varlıklarını sarf edenler, Hakk’ın sevgilileri arasına katılacaklardır.
Hakk’ın öfkesinden sakınmak gerekir. O’nun öfkesi, cehennemin öfkesinden çatlamasına sebep olur. Nârın muhafızlarını öfkelendirenler, Uyarıcı ve Müjdeleyici’yi hatırlatırlar. Allah’ın aziz Elçileri’nin tebliğ ve nasihatlarını/öğütlerini ciddiye almayıp, onları dinlemeyenler ise Cehennem Bekçilerinin gazabına uğrarlar.
Meleklerin ve ahiret muhafızlarının buğzuna neden olan öfke, Şeytanın vasfıdır. O öfke ki, Yaratan’a (hâşâ) hesap sorma isyanını getirmiştir. Kin ve öfkeden beri olmak için, Şeytanın kardeşi, arkadaşı ve yoldaşı/dostu olmaktan Rahman’a sığınmak gerekmektedir.
Bilek ve beden gücü sınırlıdır. Ancak irade gücü, kula bahşedilen gerçek kudrettir. İrade ve imanları güçlü olanlar, âlemi değiştirirler. Ancak nefis ve hazlarının kölesi olanların tercih etme hakları ve kabiliyetleri dumura uğramıştır. Şu hikaye bu hususu güzel özetlemektedir:
Bir padişah bir şeyhe bîr gün: “Benden bir şey dile.” dedi. Şeyh cevap verdi:
“Ey padişah bana bunu söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel de öyle konuş. Benim iki kölem var, onlar çok basit kimseler oldukları hâlde her gün sana hükmederler, emrederler” dedi.
Padişah bundan dolayı kızdı:
“Ey Şeyh bu sözün hatalı bir söz, kim bana emredebilir, o dediğin kişiler kimlerdir, söyle!” dedi.
Şeyh gülerek cevap verdi:
“Sana emreden kölelerimden biri kızgınlık, diğeri şehvettir.” dedi.
Son Peygamber’in (s) kendisine, ailesine, kabilesine, akraba, arkadaş ve dostlarına yapılanlara karşı vâkur, metanetli ve asil duruşu insanlık tarihinin nadir örnekleri arasındadır.
Öfkeli anında öfkesine sahip olan nice yiğitler vardır ki, onları hiçbir pehlivan yıkamaz ve yenemez. Onlar iradelerini, Hakk’ın verdiği sabır mucizesiyle daha da kudretli hale dönüştürürler. Dolayısıyla öfke karşısında sükûn ve sükût etmek, ebedî âlemin mükâfatlarına nail olmaya vesile olur.
“Gerçek pehlivan, güreşte rakibini yenen değildir. Gerçek pehlivan, öfkelendiği zaman öfkesini yenendir.” (Buhari: Edeb 76; Müslim, Birr: 107,108)
Öfke, gazap ve hiddetten beslenir. Gazabın “hâr”ını, sabrın sırlı suyu söndürür. Bedenin organlarının suyla ibadeti (abdest), hayvanî nefsin gazap ve öfkesini izale eder, dindirir. Öfkenin ateşi, Şeytanın mayasından/kimyasından nemalanır. Şeytanın yaratılış maddesi ateş, insanın yaratılış mayası suyla yok olur. Su, Aziz Allah’ın hayatın kaynağı olarak tüm canlılara bahşettiği ilahî bir hediyedir. Bu sırlı nimet, gazap ve öfkeye sebep olan ateşi söndürür.
Hâsılı, öfkenin kelepçesine vurulmuş kişi, sükûn haline oturarak ulaşmayı denemelidir. Rabb’ine sığınan öfkeli kul, su nimetiyle ibadete hazırlanmayı (abdest almayı) ihmal etmemelidir. Ona ayakta ise oturması, oturuyor ise yatması, öfke ateşinin izalesi için Hz. Peygamber (s) tarafından tavsiye edilir.